[ google-site-verification: google096b424537a64561.html googlecb521646d1f4a805.html] google-site-verification: google096b424537a64561.html
  • Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/pkemal?ref=tn_tnmn
Kemalettin Şanlı / GEZİ YORUM > Backpacking > Tours Biking > Trekking                                                                                                             Backpacking - Trekking - Tours Biking       
BİSİKLET TURLARIM

Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.432432.5624
Euro34.631634.7704

Bisikletle DOĞU AVRUPA-İTALYA TURU(2.930km)-Macaristan,Slovakya,Avusturya,Slovenya,Hırvatistan,İtalya,Arnavutluk


Bisikletle DOĞU AVRUPA-İTALYA TURU (2.930km)-
Macaristan,Slovakya,Avusturya,Slovenya,Hırvatistan,İtalya,Arnavutluk

BUDAPEŞTE(MACARİSTAN)
13-14 Ekim,2016

Üç arkadaş neredeyse yarım yıl öncesinden aldığımız uçak biletleri ile Budapeşte'ye uçmak üzere İstanbul Atatürk Havaalanı'nda buluştuk.Sadece internet üzerinden tanıştığımız arkadaşlardan biri Antalya, diğeri ise Konya'dan...Yaş ortalamamız 55 civarında...
Havaalanında bisikletlerimizi alıp montajını tamamladıktan sonra şehir merkezine pedalladık. Budapest Budget Hostel 'da bizi bekleyen grubun dördüncü elemanı aramıza Arjantin'den katılan bayan arkadaşımız Monika ile buluşarak odalarımıza yerleştik...

Sabah dörtlü ekip şehir turundaydık.Budapeşte'de kaldığımız iki gün boyunca şehrin tüm turistik yerlerini gezdik. Ben daha geçtiğimiz nisan ayının ortalarında buradaydım.

Edirne-Pazarkule Sınır Kapısı'ndan girip sırasıyla Yunanistan,Bulgaristan,Sırbistan ve Romanya üzerinden bisikletle gelmiştim.Bu kez buradan başlayacak olan rotamızda Slovakya,Avusturya,Slovenya,Hırvatistan ve İtalya var.


  Yahudi Ayakkabıları,Budapeşte
                                Yahudi Ayakkabıları,Budapeşte




 Parlemento Binası,Macaristan
                                          
Parlemento Binası,Budapeşte        


BUDAPEŞTE-BRATİSLAVA-VİYANA

15-18 Ekim, 2016

15 Ekim Cumartesi sabahı hazırlıklarımızı tamamlayıp iki gece konakladığımız hostelın bahçesinde kervanımızı düzmüş durumdayız. Yola çıkmadan önce bir kaç hatıra resmi çekip şehrin Peşte yakasına geçerek Tuna Nehri boyunca bisiklet yolu üzerinde pedallıyoruz.
İlk olumsuzluk şehir çıkışında bir bisiklet dükkanında karşılaştık...Monika'nın arka tekerine kontrolsüzce bastığımız hava basıncı, önceden deforme olmuş iç lastiği adeta bir ses bombası gürültüsü ile patlatıyor. 
Lastiği değiştirip yola devam ediyoruz.

ESTERGOM (Estergon Kalesi)

Ilık bir havada çoğunluğu bisiklet yolunda devam eden yaklaşık 70 kilometrelik yolculukla Estergon'a vardık. Planlarımıza göre ilk gece konaklamamızı burada kalenin çevresinde yapacağız. Hava kararmadan önce şehir içinde turistik gezimizi tamamlıyor, Estergon Kalesi ve diğer kayda değer gördüğümüz binaları resimledikten sonra kendimize bir alışveriş merkezi arıyoruz. Amacımız, gazlı kamp ocaklarımız için kartuş satın almak.

Maalesef hava kararıyor ve pek çok yere sorarak şansımızı zorladığımız halde uygun kartuş bulamadan, önceden gözümüze kestirdiğimiz kamp alanına dönüyoruz. Olsun, bir-iki gecemizi kuru beslenme ile geçirebiliriz... Bunun için kendi memleketlerimizden getirdiğimiz erzaklarımıza buradaki marketlerden de bir şeyler ilave etmiş durumdayız. Ve hatta ilk çadır gecemde beni mutlu edecek bir şişe 600-650 HUF (2€) ederinde
Merlot  üzümünden yapılmış kırmızı şarabım da var.


 Merlot-Cabernet Şarap,Macaristan
                          Merlot-Cabernet Şarabı,Macaristan


Merlot, çok farklı aroma ve tatlar içeren bir şarap değil, yıllanmasına ihtiyaç yok. Yapıldıktan sonra her an içmeye uygun... Bu sebeple daha sade ve mükemmel sofralık bir tadı var. Üstelik bu cins üzümden sıkılmış ve fiyatı  gayet ucuz olan pek çok şarap bulmak mümkün.

Ben bu üzümden yapılmış şarabı 2000 yılı başlarında Romanya'da tadarak
tanımıştım. Bir de Cabernet cinsi üzüm şarabını beğenmiştim. Bazen denk geldiğinde onu da almayı ihmal etmiyorum. Türkiye'de bu kalitedeki şaraplar öyle 3-5 € karşılığında bulunamadığından yurtdışındaki içki tercihim daima şarap olmuştur...


 Estergon Kalesi,Macaristan

                     Estergon Kalesi,Macaristan


Macaristan'da Estergon Kalesi'nin eteklerinde Tuna kıyısındayız. Hava nemli.Gece boyunca çiğ yağmış. Güneşi beklemeden ıslak ıslak yola koyulduk. Çadırlarımızı uzun öğlen molalarımızda kurutmak daha uygun olacaktı. Estergon'dan hemen karşıya, Slovakya topraklarına geçmeden önce kısa bir süre 11 numaralı karayolu ile devam ettik. Daha sonra arlıklı olarak 6 numaralı EuroVelo bisiklet yolunu kullandık. Yolun bazı kısımlarında toprak zeminle karşılaştığımız oldu. Bu arada zeminin ıslak olması dolayısı ile bir kaç yerde çamura bulaştık... Bu anlarda grubumuz tecrübe eksikliğinden kaynaklanan gereksiz endişe sebebiyle mutsuzluğa kapıldı.


Györ kasabasından sonraki bölümlerde çok temiz bisiklet yoları ile Bratislava'ya kadar geldik. Macaristan ve Slovakya sınırını belirleyen köprünün ortasında herkes fotoğraf makinelerine sarılmış resimler çekerken arkadaşlar adeta ekvator çizgisindeymişçesine mutluydular...


Şehir içindeki bir outdoor mağazasında kamp ocaklarımız için uygun kartuşlarımızı bulduk. Ne kadar mı ödedik?..220-230 gramlık çevirmeli küçük kartuşlar 5€, duble olanlar ise 9€ idi, biz büyüklerini tercih ettik. Bir kaç saat Bratislava'da kalıp şehrin turistik yerlerini gezdik. Bu arada burada yaşayan Türk ve Amerikan öğrencilerle tanışıp genellikle bisiklet üzerine konuştuk.



Bratislava,Slovakya

                                      Bratislava,Slovakya


Hava bisiklet sürmeye gayet uygun, güzeldi. Bratislava'dan sonra sadece bisikletlere tahsis edilmiş bir karayolu ile EuroVelo 6'ya bağlanıp Avusturya sınırlarına girdik. 

Viyana'da Monika'nın bisikletine bir ayaklık taktırdık. Sonra  zaman kaybetmeden direkt şehrin kalbine, Stephan Katedrali 'ne pedalladık. Buraya ikinci gelişimdi.


Stephan Kilisesi,Viyana
                    Stephan Kilisesi,Viyana


Viyana öyle bir kaç saatte gezilecek yer değil. Katedral meydanında uzun süre kaldıktan sonra burayla konaklama noktasına kadar bir kaç turistik yeri daha gezip Rudolfsheim'daki Hostel Do Step İn 'e yerleştik...

Konaklamanın çok pahalı olduğu bu şehirde ortak banyo ve mutfaklı privat oda için kişi başı ödediğimiz günlük rakam 26 €... Bu diğer ülkelerdeki 9-10 Euroluk bedellerle karşılaştırıldığında, yılda en az iki kez gerçekleştirdiğim uzun turlar için ayırabilediğim mütevazi bütçeme göre çok ağır bir rakam sayılır. Zira 26 €, bazen 4-5 gün aralıksız süren çadır konaklamalarımız boyunca bana yetecek kadar erzak satın alabilmemi sağlayan bir meblağ...

Ertesi gün Viyana şehrini biraz daha gezmek istemiştik, ama yağmur bu planımızı bozdu. Biz de şehir çıkışında yolumuzun üstü sayılabilecek yöndeki 11.nci Viyana'ya geçtik. Burada bir kaç yıl önceki bisiklet turumda tanıştığım Türk arkadaşımı kendi çalıştırdığı Schnellimbiss (Aperatif) tarzdaki lokantasında ziyarete gittik.


Schnitzel Fan,Viyana

                                     Schnitzel FAN (Aziz Türkmen),Viyana


Yanımızda getirdiğimiz bir kaç parça sembolik hediyelerimiz vardı, onları sunduk. Bize mükellef bir sofra kurup sattığı en popüler tavuk ve balık menülerinden oluşan lezzetli yemeklerle karnımızı doyurdu.

Yemekten sonra yakınlardaki bir kaç değişik yeri gezdik. Bunlardan biri antik ev eşyalarının müzayede ile satıldığı bir antikacı oldu.Daha sonra ise yine önceden benim de tanıdığım Kamboçya vatandaşı Jimmy'nin bisiklet dükkanına gittik. Burada markasını şu an hatırlayamadığım el yapımı kadrosuyla demonte haldeki bir bisikletle tanıştık. Jimmy'nin tek tek özelliklerini anlatarak çıkardığı orjinal parçaları çok şaşırtıcıydı.Özellikle grubumuzdaki arkadaşlardan Ertan Abi 'nin emeklilik sonrası meslek edindiği bisikletçilik bilgisi ile sorular sorup hayran kaldığına tanık olduk.
Benim, sayısız ülkede kilometrelerce pedallamış biri olmama rağmen bisiklet markaları ile ilgili çok merakım olduğu söylenemez.Bu tür pul modellere erişmek yüksek paralar gerektirdiği için merak duyup da edinemedikten sonra uzaktan ciğere bakar gibi iç geçirmenin alemi de yok diye düşünüyorum...Kısacası gıpta etmekten uzak duruyorum.

"Haydi takım, gidiyoruz !.."

VİYANA-FELDBACH- GRAZ
19 Ekim-23 Ekim,2016

Hava kararmadan Jimmy'nin dükkanından lokantaya dönüp bisikletlerimize atladığımız gibi şehrin güneydoğusu yönünde pedalladık. Vedalaşırken arkadaşımın hediye ettiği biri Chivas Regal 12 yıllık viski, diğeri ise Hennessy X.O Cognac... Viskiyi daha ilk geceden başlayarak iki arkadaş bir-iki günde boğduk. Diğeri ise kıymetlim... Onu Türkiye'ye götürmek üzere en az birbuçuk ay çantamda taşımak niyetindeyim.



 Wiener Neustadt,Avusturya
                                      Wiener Neustadt,Avusturya



Artık cicim yollar bitti... Neunkirchen kasabasından sonra yavaş yavaş rampalar başlıyor. Şans mı, şanssızlık mı bilmiyorum... Aşırı yükten arka jantım yırtıldı. Neyse ki geçeceğimiz daha ıssız küçük yerleşimlerden önce bunun başıma gelmesini iyi talih diye yorumluyorum. Hartberg yakınlarındayız. Yavaş ve kasislere dikkat ederek kasaba merkezine gelip telleri örülmüş rubleli hazır bir arka teker değişikliği ile yola devam ediyoruz. Bu arada zincirimizi de yeniledik. Tabi ki bu iş bize para ve iki-üç saatlik zaman kaybettiriyor.


Wiener Neue Stadt/Viyana-Graz Yolu, Avusturya

                             Wiener Neue Stadt/Viyana-Graz Yolu, Avusturya


22 Ekim Cumartesi günü Felbach'da olmamız gerekiyordu. Burada yaşayan Romen bir tanıdığım bizi misafir edecek... Varış tarihine göre yer ayırtmış. Havanın kararmasına bir saat kaldı. Oysa biz öğlen vaktinde orada olacağımızı söylemiştik. Kendisi merak edip telefon açınca yakınlarda olduğumuzu belirttik. Görüşme anında 2.500 nüfus tabelası olan küçük bir köyde, Ilz'deyiz...Önümüzde 20-25 kilometre daha yol var.

Arkadaşımız aracıyla bizi götürmeye geliyor. Araç ancak iki bisikletliyi alabilecek kapasitede...Grup içerisinde yorgun görünen bir arkadaşımızın yanına Monika'yı verip ilk transferimizi yapıyoruz. Yaklaşık kırkbeş dakika sonra arkadaşımız ikinci defa gelip bizi köy meydanındaki kilisenin önünden alıyor.

Sıcak duşun ardından sofradayız. Bol et ve salatadan oluşan menü çadırlarımızda pişirdiğimiz basit yemeklerden sonra bizim için cennet sofrası gibi...Macar ve Romenlere özgü ev yapımı Palinka ile, beyaz şarap sınırsız...

O gece geç saatlere kadar masa başında çok lisanlı sohbetler ediyoruz. Adeta İngilizce,Türkçe,Almanca,Romence ve İspanyolca diller konuşan birleşmiş milletler topluluğuyuz...

Viyana'dan buraya kadar 175 km bisiklet sürmüşüz...

GRAZ

Pazar sabahı Romen arkadaşımızla beraber Graz'dayız. Burada bir kaç kişi ile daha buluşup akşama kadar beraberce şehri gezeceğiz.
Graz, ülkenin ikinci büyük kenti... Buraya Avusturyalıların "Yasaklar Şehri" dediklerini ve şehir merkezinde dilenciliğin, tramvayda telefonla konuşmanın, izin almadan sokakta müzik yapmanın, sokakta içki içmenin yasak olduğunu sonradan öğreniyor ve gerçekten de Viyana'da tanık olduğumuz bu eylemlerin burada hiç biriyle karşılaşmadığımızı sonradan farkediyoruz.
Şehir meydanındaki kale ve saat kulesi en dikkat çekiçi yerler.
Schlossberg-Platz'da asansör yerine merdivenleri kullanarak kaleyi geziyoruz. Şehrin kuşbakışı görünümü harika...
Üzerinde 15 tane köprünün gerdanlık oluşturduğunu okuduğum Mur Nehri pek çok Avrupa yerleşimlerinde olduğu gibi burada da kentin ortasından geçiyor. Notlarıma aldığım birşey daha var... Yüksek tepedeki Kalenin içinde 94 metre sondaj vurularak açılmış bir su kuyusu gördük. Kuyunun başında Turkenbrunen(Türk Çeşmesi) diye kazınmış bir mermerle karşılaştık. Türk esirlerinin sondaj çalışmalarında çalıştırıldığı ve bu yüzden bu ismin veridiği şeklinde hikayesi olduğunu okudum. Şu ana kadar doğruluğu hakkında bir araştırmam da olmadı.



 Türken Brunen,Graz
                                 Türken Brunen,Graz



 Feldbach,Avusturya

                                    Feldbach,Avusturya


Son gecemizde yine Maria'nın ev sahipliğinde doyasıya yemekler yiyerek -alkol kullanmayan bir arkadaşımızın dışında- hepimiz geç saatlere kadar içkiler eşliğinde çok lisanlı, bazen ciddi ve bazen ise geyik sohbetleri ettik.

Sabah veda ederken bizi en çok dugulandıran şey, 90 yaşlarındaki pansiyon evin sahibi "Onkel"ın ağlaması oldu.
Ona burada kaldığımız süre boyunca ilgi göstermem ve "Onkel-Amca" diye hitap emiş olmam hoşuna gidiyordu. Hatta dün gece masada içmesi için şarap bardağını doldurduğumda hemen bir şişe şarap açtırarak bonkörlük yaptı. İki gün boyunca sıklıkla yanına giderek zayıflamış hafızasına rağmen yirmili yaşlarında asker olduğu ikinci dünya savaşı hikayelerini dinlemiştim... Eminim ki bu şekilde kendisini uzun suredir dinleyen birileri olmamıştı. Ona halen değerli olduğunu hissettirmiştim. Ayrılırken adam resmen beni koklayarak sarılıp ağlıyordu.

İki üç hafta sonra İtalya'dan aradığımda "Onkel"ın hasta olduğunu, bakıcısının yemek yediremediğini öğrendim... Sürekli olarak, eğer ölürse köpeğine kimin bakacağının kaygısını sayıklıyormuş. Avrupa'daki insan sevgisinin bile önüne geçen bu köpek sevgisini zor da olsa anlayabliyorum.
Ama bu kadarı da fazla be "Onkel", önce kendini ve yatalak karını düşünmekten ziyade köpeğini düşünüyorsun!..

FELDBACH-ZAGREP

24-27 Ekim,2016

Hırvatistan daha öncesinde biri bisiklet, diğeri ise sırt çantamla iki kez gezmiş olduğum bir ülke... Zagreb'e bir defa gelmiştim. Karlı bir kıştı ve hiç birşey anlamamıştım. Hem benim için ve buraları hiç görmemiş grup arkadaşlarım için uzunca bir dağlık bölgeyi geçmek zahmetine değerdi...
Feldbach'dan bisiklet yolu ile çıkıp uzunca bir süre devam ettik. Son kilometrelerimizi Mura Nehri üzerindeki Avusturya-Slovenya sınır köprüsüne kadar ormanlık bir bisiklet yolu ile geldik... Bize bu yolu benzincide tanıştığımız kovboy kılıklı bir tır şoförü aynı zamanda bisikletçi olan Avusturyalı genç tarif etti.
Artık EuroVelo 9'u sıklıkla kullanacaktık...


 Mura Nehri,Avusturya-Slovenya Sınırı
                  Mura Nehri,Avusturya-Slovenya Sınırı


Köprü sınırında Slovenya'ya girişimizi anımsatacak resimler çektikten sonra Schloss Obermureck tırmanışı başladı. Acımasız bir rampa ile kendimizi tepelerde bulduk. Aynı zamanda hava da soğumuştu. Bundan sonrası pek kolay sürüş sayılmasa da aşırı eğimli rampalarla karşlaşmadan devam ettik.

Bir süre sonra bu ülkedeki ilk kamp alanımızda çadırlarımızı kurup hemen uykuya çekildik.
Hava dışarıda goy-goy yapmamıza müsade etmeyecek kadar soğuktu.

Avusturya gibi daha zengin bir ülkeden sonra buralardaki yol kalitesi hemen düşmüştü. Buna rağmen Slovenya, bol yeşillikli ve temiz köyleriyle, sakin, sevimli bir ülke... Zaten buradaki seyahatimiz fazla sürmeyecek, birazdan Hırvatistan'a geçeceğiz.
Bugün grup arkadaşlarımızın birinin doğum günü. Marketten aldığımız hazır küçük bir pasta ve yanında kendi pişirdiğimiz kahve ile yaptığımız sürpriz, hepimizin gönüllerini eğlendirip arkadaşımızı da mutlu ediyor. "İyi ki doğdun Candaş!"
Zagrep tramvay trafiğinin yoğun olduğu bir şehir... Bisiklet kullanan insanların sayısı da azımsanmayacak kadar fazla. Şehre girişimizde akşam saatleriydi. Caddelerde telaşlı insan seli ile karşılaşmıştık... Tam da iş çıkışına denk geldik.

Öncelikle Ban Jelačić Meydanı'nı bulup bir kaç resim çekiyoruz. Sonra konaklama noktamıza pedallıyor, merkezden iki kilometre uzaklıktaki Zagreb Soul Hostel 'a yerleşiyoruz. Burası kişi başı 10€ gecelik ücretle kalacağımız temiz bir yer... Asansörlü, merkezi ısıtmalı, bir katında çoğunluğu kızlardan oluşan öğrencilerin kaldığı çok yataklı büyük bir hostel...Alt katında dışarıda da oturabileceğimiz bir kafe&bar var.

Zagrep, Eski Yugoslavya zamanından beri bende gizemliliği olan bir sehir...Birinci dünya savaşı Alman askerlerle beraber savaşa katılan tüm ana kuzusu askerlerin aynı aşkla dinlediği şarkıdır akla gelen...Bu şarkı bir başka şarkının da sözlerine girmiştir...
"Akşam olur mektuplar hasretlik söyler, Zagrep radyosunda Lili Marlen Türküsü..."
Biraz da kökeni Balkanlara dayanan bir aile çocuğu olduğumuz içindir ki, buralarda bulunmak beni daima heyecanlandırır.
Bazen "Ah!" çekerek "Keşke daha biraz öğrenseymişiz!" diye efkarlandıran büyükanne dilinin konuşulduğu topraklardır buralar...
Köftelerimiz, piyazlarımız, büreklerimiz (!) aynı tadlardadır...



 Strone Gate,Zagrep

                                                          Stone Gate, Zagrep


Sabah kahvaltıdan sonra yakındaki bir bisikletçiye giderek iki bisiklet için tekerleklerimizdeki zayıf tellerimizi değiştirerek akord ayarı yaptırdık. Bu iş bize sadece 4'er euroya maloldu...
Daha sonra hepimizin bisikletleri Hostel'ın bahçesinde zincir, vites aktarıcıları, ruble ve aynakol dişlileri dahil kaba bir temizlik sonrası yağlandı. Bisikletlerimizin bakımını tamaladıktan sonra sıkıca giyinip iki grup halinde kentin sokaklarına daldık. Bir kaç saat sonra Zagreb Katedrali'nde karşılaşmıştık.

Günümüz öğleden akşama kadar şehirde geçti.Bu arada kentin en ilgi çeken noktalarını gezip biraz da gıda alışverişi yaptık.Ben ayrıca yolda süpermarkette unuttuğum kaskımın yerine bir yenisini aldım... Böylece eskimiş çatlak bir kastan kurtulmuş oldum.

Feldbach'dan buraya kadar çadırda kısıtlı beslenebildiğimiz için bugün sanki biraz daha açgözlüydük. Bu yüzden gece öğünümüz bol çeşitliydi... Hepimiz bir şeyler pişirip soframızı paylaştık. Sabah kahvaltımızı da özenerek hazırladık. Tüm konakladığımız yerlerden ayrılırken yaptığımız gibi buradan da yolluk olarak kendimize çok sayıda yumurta haşlamayı ihmal etmeden ayrıldık...

Kilometre saatlerimiz total olarak şehir içi geziler dahil 750 km gösteriyordu.



ZAGREB-LUBİYANA

28-30 Ekim,2016

28 Ekim cuma günü Zagrep'den yola çıktık.Normalde 150 km lik bir sürüşle Slovenya başkentine varmamız gerekirken, ilk girdiğimiz sınır kapısında Avrupa Birliği'ne tam üye ülke vatandaşlarının dışındaki kişilere geçiş izni olmadığından enternasyonal pasaport işlemlerine açık olan Harmica sınırına yönlendirildik. Burası bize 50 km kadar fazla sürüşe sebep oldu. Tekrar kendi rotamıza girebilmek için pek çok dağ yollarını aşmak zorunda kaldık.
Harmica sınır kapısını geçmeden önce havanın kararacağını düşünerek Hırvatistan topraklarında konaklamayı kararlaştırdık. Slovenya'ya yarın sabah geçecektik.
Yol üzerindeki bir evde Postacı Niko ile tanıştık. Bahçesindeki tulumbalı kuyudan soğuk sularımızı doldurduk. Bu arada Niko kendi yaptığı kırmızı şaraptan ikram etti... Buralarda sürekli karşılaştığımız bir ikram bu... Çay-kahve soran yok. Hemen şarap ve bardaklar geliyor masaya...
Gündüzleri genellikle şarap ikramlarını geri çeviriyoruz. Artık çadır kuracağımız günün son saatleri olduğu için çekinmeden bir kaç bardak yuvarladım.
Niko kasaba merkezinde ucuz bir hostel olduğunu söyleyip bizi oraya yönlendirdi. Ucuz ya, çadırda yatmaktansa belki burada kalırız diye hosteli bulduk. Tabi ki fiyat Niko'nun söylediğinden iki-üç kat fazla çıkınca tekrar uygun bir kamp alanına yöneldik.


 Harmica,Hırvatistan

                                                      Harmica,Hırvatistan


Çevremiz yeşil arazi dolu... Karşı deredeki sazlıkların dibinde temiz zeminli kuru bir alanda çadırlarımızı kurduk. Niko'nun şarabı biraz mayıştırmıştı. O gece ayaklarımı yıkamak bile zor geldi. Yemekten sonra hemen uyumuşum.


Sabah tekrar Sloven topraklarındaydık. Sınır geçişinde genç memurlarla bisiklet üzerine sohbet ettik. Bize bayağı özendikleri aşikardı. Nereden başladığımızı, kaç kilometre yol yaptığımızı, başka hengi ülkeleri geçeceğimizi dostça sorguladılar.


 Radeçe Nehri (Sava River),Slovenya

                                                 Radeçe Nehri (Sava River),Slovenya


Sınırı geçene kadar çektiğimiz son yokuş eziyetlerinden sonra nihayetinde artık düzlükteydik. Yaklaşık 100 kilometreye yakın bir kanyonda Sava Nehri'nin her iki yakasını kullanarak fazla yokuşla karşılaşmadan Lubiyana'ya vardık..
Zagrep - Lubiyana arası 215 km sürdü... Toplamda 965 km pedallamış olduk...

Lubiyana'da şehir maratonu var. Şehir merkezine giden ana yoların çoğu trafiğe kapatılarak koşuculara tahsis edilmiş. Biz bisikletli olduğumuz için ters-düz her yere rahatlıkla girip devam edebiliyoruz. Bu bir sorun olmadığı için sevinçliyiz.

Haritamda daha önceden imlediğim uygun fiyatlı bir kaç otelin dolu olduğunu öğrenince panikledik. Başka şehirlerden katılan maratoncular tüm konaklama yerlerini doldurmuşlar. Nereye gitsek yer yok...

Artık umudu kesmişken son şansımızı merkezden iki kilometre uzaktaki Simbol Hostel 'da denedik... Tek bir çatı katı dört kişilik studio daire... Mutfaklı olması da güzel... Zaten kötüye de razıyız.
Yugoslav asıllı işletmeci fiyat çıkardı.Kendisi Zagrep'liymiş. Dört kişi 65 Euro... Ben düz rakam olsun diyerek 60 önerdim... Öncesinde yaptığımız boşnak muhabbeti onu keyiflendirmişti... Hiç düşünmeden "Tamam" dedi.

LUBİYANA-TRIESTE-VENEDİK
31 Ekim-5 Kasım, 2016

Lyubiana çok fazla zaman gerektirmeden gezilecek bir şehir. Tüm özellikleriyle tarihi ve turistik merkezin toplandığı nokta Ljübljanica Nehri'nin kenarında uzanıp giden trafiğe kapalı yollar ve köprülerden ibaret... Ayrıca St. Nikolas Kilisesi iç ve dış görünümü ile harike bir yapı...
İlgisini çeken kişiler için gezilecek pek çok küçük hediyelik satan dükkanlar da var...
Bir de en çok ilgi çeken aşk kilitleri asılan köprüler...
Benim en keyif aldığım şey sokak müzüsyenleri oldu. Bu arada hiç tanımadığımız uzakdoğu orijinli oldğuğnu tahmin ettiğim bir ensruman rezitaline rastlayıp dakikalarca başından ayrılamadık.

Saatler öğle sonrasına yaklaştı, artık pedal zamanı...

Preseren Meydanı'nda buraya adının verildiği ünlü şairin heykeli önünde son resimler çekildi. Yeni tanıştığımız İtalyan gençlerle rotamız ile ilgili sohbet ettik. Frienze'den geçeceğimizi öğrendiklerinde rotamızın iyi hazırlanmış olduğunu söyleyip, kafamızda büyüttüğümüz aşırı soğuklar ve kar olabileceği endişelerimizi de sildiler...

Lubiyana'dan uzunca süren rahat bir bisiklet yolu ile çıktık. Genel olarak aşırı trafikle karşılaştığımız şehir çıkışları bizi strese sokar, trafiğin rahatlamasına kadar gerilirdik. Bugün böyle olmadı. 409 numaralı karayolu ile Vrhnika'ya kadar nasıl geldiğimizi anlamadık. Burada Lidl ile karşılaşıp güzel bir alışveriş yaptık. Bu arada tecrübemi paylaşıp, arkadaşlarıma İtalya'da fiyatların biraz daha yükseleceğini  hatırlattım.

Logatec civarında alçak bir vadiye inerek dere kenarında konakladık. Harika bir konumdaydı. Çanak gibi bir yerde, kalenin dibinde, tertertemiz akan derenin kenarında huzurlu bir gece geçirdik. 

Sabah ilk dakikalarda başlayan rampalar bizi tepelerdeki ormanlık serinliğin içine çekti. Bir süre yükseklerde kısa iniş çıkışlı yollardan devam ettik.

Postojna'da gruptan biraz kopmuş olduğumu düşünerek arkadakileri bekliyordum.Yol kenarında at çiftliğinde gördüğüm genç kızdan su istedim. Bu bahane ile muhabbet ilerledi. Kızın adı Rebeka... Arap adına benziyordu. Kız, gelen arkadaşlarla de tanışıp hepimizin sularını doldurdu. Çay suyu da koymuş, kuru pasta ile beraber sıcak çaylarımızı yudumladık. Ayrılırken bir kaç poz resim çekilip bir birimizle kontak kalmamız için mail adreslerimizi alıp verdik.

"Teşekkürler Rebeka!.."

 
                                                                 Postonja,Slovenya


TRİESTE


İtalya sınırına geldiğimizde oradaki satıcılarla hemen kaynaştık. Rampa aşağı saldığımızda 7-8 kilometrelik bir inişle Trieste şehir merkezine varacaktık. Sınırı belirleyen noktada bir kaç hatıra fotoğrafı çektikten sonra yakınlardaki bir MTB bisiklet yolunda yemek yedik. Bu arada çadırlarımızı kuruttuk ve yola çıktık.


 Lipica/Slovakya-İtalya Sınırı

                                                             Lipica,Slovakya-İtalya Sınırı


Onbeş-yirmi dakika sonra Piazza d'Unita/Birlik Meydanı'nın göbeğinde Christiana ile buluşmuş expressolarımızı yudumluyorduk.

Chiristina'yı geçen yıllarda Hırvatistan-Split üzerinden Ancona'ya geçerek devam ettiğimiz Atina'dan başlayıp Viyana'ya kadar süren bisiklet turumuzda tanımıştım.  Tedavisinin bir yılı aşkın sürdüğü bir trafik kazası geçirdiği için kendisini görüp "Geçmiş olsun ziyareti" yapmak istedim. Bu onu çok sevindirmiş olmalı ki sıklıkla hepimize sarılarak teşekkür etti.


 İtalya Birlik Meydanı/Trieste,İtalya
                                                             İtalya Birlik Meydanı/Trieste,İtalya
                           
Lubiyana'dan buraya kadar harita üzerinden bakıldığında 90 kilometre civarında yol görünüyor. Bu hesaplama normal trafik akışı için...Bazen trafik işaretleri bizi zorunlu olarak bisiklet yollarına yönlendiriyor Bazen de daha güvenli olduğu için kendi tercihimizle bisiklet yollarını kullanarak daha uzun mesafeler yapmış oluyoruz...


Buraya kadar 110 kilometre ile gelerek toplamda 1.075 km yol yapmış durumdayız.

   Trieste'de şehre ait görülecek ne varsa doyasıya resimledik. Genellikle insanların toplandığı yer bu bölgeydi. Havayı karartmadan şehirden çıkabilmeyi umuyorduk, fakat oldukça sıkı pedal çevirmemize rağmen bunu pek başaracak gibi değildik. Monika aç karnına ve üst üste içtiği iki kahve midesini bozmuştu. Risk alşmamak adına gurubun yavaşlaması gerekti. Biraz geç olsa da şehrin kalabalığından uzak kendimize uygun bir kamp alanı bulabildik. 

Hava dün pırıl pırıl güneşliydi.Slovenya'nın yüksek tepelerinden iner inmez üzerimizdeki kalın giysilerimizi kısa kollular ile değiştirmiştik.  Oysa ki, bu sabah biraz serin ve kapalı bir hava ile uyandık.

Kaldığımız yer tren yolu kenarında koruluğun içindeki geniş bir yeşil alandı. Budapeşte'den beri nereye kamp kursak trenlerden hiç uzak olamadık... Bu aracı ulaşımda öyle fazla kullanıyorlar ki, tren yolunun girmediği en küçük bir köy bile kalmamış. Dağların tepesinden denizin en uç burunlarındaki sahil yerleşimlerine kadar tren ulaşımı var. Bilmeyenler için özellikle tekrarlayabilirim ki, bu söylediğim hiç bir şekilde abartılı değil.

İtalya'da benim görüp karşılaştığım kadarı ile karayolları bisikletler için pek de elverişli değil. Çoğunlukla emniyet şeritleri yok, veya 25-30 santimetreyi geçmeyen genişliklerde... Yolların pek çoğu yanlarda bombe yapmış durumda olduğu için maalesef kenardan gitmek zor oluyor. Bu sebeple sürekli arkanıza bakıp trafiğin durumunu denetliyorsunuz. Eğer müsait ise kenardan kaçıp mümkün olduğu kadar yolun ortasına yakın sürüyorsunuz. Tabi ki bu rahatlık trafiğin yoğun zamanlarında uzun sürmüyor. Arkanızdan araç geldiğinde tekrar hoplaya zıplaya bozuk kenar yola kaçmak zorundasınız. Bu durum, benim fiziğimde özellikle de yine benim gibi fazla eşya taşıyan biri için fazlasıyla zorluk ve tehlike oluşturuyor.

Ertesi günkü seyahatimizde ana yoldan çıkıp daha sakin bir sürüş yapmak arzusu ile erkenden "Torre Di Mosto" diye bir köye girdik.İtalyancayı bize yardımcı olabilecek kadar bilen Monika'ya göre "Torre Di Mosto", "Küspe Tepesi" anlamına geliyormuş. Anladığım kadarıyla bu çevredeki zeytin ağaçlarının bolluğu ile ilişkili bir şey... Zira pek çok zeytin sıkım fabrikalarıyla karşılaştık. Kendi yaşadığım bölgeden bilirim, yağ fabrikalarında sıkım zamanı zeytin çekirdeği küspesinden oluşan tepecikler görülür. Bu küspeye aynı zamanda "pirina" denir. Alışık olmayanlar için kokusunun pek hoş olduğu söyleyemem...

Köy merkezinde önünde bir anıt ve saat kulesi olan tarihi binanın önünde uzun süre oyalandık. Bisikletlerin üzerinde Türk,İtalyan ve Arjantin bayrakları dikkat çekiyor. Bunları gören bazı insanlar uzaklardan geldiğimizi anlayıp ortam yaratmaya çalışıyor. Doğrusu biz de konuşmayı, tanışıp ilişki kurmayı seviyoruz. Hatta sevmekten öte bir fırsat olarak görüyor ve kaçırmıyoruz.

Yaşlı bir italyan Amca aracının içinden bize selam verince bu fırsatı da kaçırmayıp sohbet ettik. Bu vesile ile kendisinden meydandaki tarihi binada bir zamanlar nobel ödüllü yazar Ernest Hemingway'in yaşadığını öğrendik. Amca bu konuda donanımlı. Aracının torpido gözünden almanca yazılmış bir resimli belge gösterdi. Belgede binanın siyah-beyaz basılmış çok eski bir resmi ile, yazarın silah ile vurularak öldüğünü, bunun intihar mı yoksa cinayet mi olduğunun anlaşılamadığını anlatan bir yazı metni vardı. 

Yabancı ülkelerde yaptığım seyahatlerde eğer uzun süre kalınacaksa genellikle üzerinde bir kaç GB internet bağlantısı olan simkart satın almak daima mantığıma uygun bir düşünce olmuştur. İtalya'ya girdiğimiz günden beri aramızda sesli düşünmemize rağmen bunu bir türlü gerçekleştiremedik. Bu yüzden ya beleş bir bağlantı yakalamak, ya da bir kafede kahve içip bu hizmeti bir şekilde satın almak zorundaydık. Zira Venedik'de yapacağımız konaklama için üyesi olduğum bir siteyi kullanarak online rezervasyon gerçekleştirdiğimde indirim hakkımı kullanabilecektim. Bu bize üç gün karşılığında toplam yirmidört euro tasarruf demekti...

Şansımıza meydanda bedava internet bağlantısını tesbit edince dört arkadaş birden telefonlarımızı çıkarıp hiç konuşmadan dakikalarca bundan yararlandık(!)  Doğrusu ben bağlantının yavaşlığı ile sinir harbi içinde rezervasyon yapmayı başararak hepimizin adına yararlanmışken, arkadaşlar hava durumuna bakmayı bile akıl edemeden facebook sayfalarında gezinip kendileri için yararlandılar.(Bu sitemimi umut ettiğim arkadaşlara onarıcı bir mesaj olmasını dileyerek yazıyorum.)

Torre Di Mosto'dan çıkıp nehir boyunca uzanan bisiklet yolunu takip ettik. Güzelim kalitedeki yol bir süre sonra stabilize özelliğe dönüşmesine rağmen çok bozuk değildi. Nihayetinde küçük köprüden geçip bir süre otobana paralel ulusal yoldan devam ettik.
Önümüzde Venedik'e kadar olan 50 kilometrelik mesafeyi biraz uzatmak pahasına -daha önceki turumda tavsiye edilmiş olmasına rağmen es geçtiğim- Jesolo sahillerine sürdük.  
Sahil mevsim sonu olduğu için bomboştu.
Denizden gelen aşırı rüzgarla boğuşmak zorunda kalmıştık.
Pek keyifli sayılmazdı.
Buradan SR 43 ile Caposile'den sonra uzunca bir akarsu paralelinde sürerek SS14 yoluna çıktık.
Nihayet akşam olmadan Marghera bölgesindeydik...

VENEDİK

Venedik'de sular içinde kurulmuş tarihi kente iki yakın konaklama bölgesinden bir diğeri ise Mestre...
Bu iki yerleşimin tarihi merkeze uzaklığı sadece 5-6 kilometre... Buralarda konaklamak daha ucuz olduğu için daha çok tercih ediliyor.
Ulaşım, otobüsler,demir yolu ve deniz yolu ile her saatte mümkün...
Önce büyük bir marketten alışverişimiz yaptık.
Bu arada Türk bayrağını gören Sivas'lı iki gençle tanıştık.
Biri Venedik Devlet Opera ve Balesi orkestrasında devlet sanatçısı olaarak çalışıyor. Önce Viyana, sonra İtalya'da eğitim almış...
Diğeri ise burada yaşayan tüccar bir ailenin çocuğu; O da iyi eğitim almış.
Pırıl pırıl gençler, insanın göğsünü kabartıyorlar.
Sıcak sohbetin ardından Konaklama yerimiz Camping Village Jolly 'ye giriş yaptık.

İlk günümüzde şehre çıkmadık. Uzun sürüşlerden sonra duş ile beraber biraz da çamaşır yıkama işine girilmişse vucut dinlenme moduna geçip insanı miskinleştiriyor.

Sabah ilk işimiz dün geceki soğuk sebebiyle odalarımızı değiştirmek oldu... Önce biraz fark verip kişibaşı 10 yerine 13 € ödeyerek daha geniş ve iyi ısınan odaya geçtik.Sonra Kampın minibüsüyle şehre gittik.(Gidiş-geliş 4€)

Venedik daha önce görüp gezdiğim bir yerdi. Ancak elimizde bisikletlerimiz olduğu için biraz zorlanmıştık. Bugün daha özgürce dolaştık. 
Çoğu zaman şehri gezmek ile ilgili ayrıntılar üzerinde fazla durmuyor olsam da size bir iki ipucu verebilirim...
San Marco Meydanı ve Bazilika ile Rialto Köprüsü görülecek en önemli yerler.
Buralarda Türklerin tarihinden de izler bulabilirsiniz.
Hiç birşey bilmiyorsanız yüzlerce sokağın başında sizi yönlendirecek tabelaları takip ederek istediğiniz yere ulaşmanız mümkün.



 San Marino Meydanı,Venedik,İtalya

                                  San Marino Meydanı,Venedik,İtalya

Genellikle pahallı olduğu bilinen şehirde eğer ucuz bir şekilde açlık bastırmak isterseniz 1-3 euro arası ödemeyle parça(dilim) pizza yiyebilirsiniz. Özellikle Asyalıların çalkıştırdığı yerler daha hesaplı...


 Venedik,İtalya

                                                                Venedik,İtalya


Venedik'teki üçüncü günümüzde aşırı yağış bekleniyordu. Bu sebeple bir gün daha konaklamak zorundaydık.Tam gün odada hapis olmuştuk. Bu arada bisikletlerimizle ilgilenme fırsatımız oldu. Geriye kalan zamanda yan gelip yatarak yorgunluğumuzu attık. 


VENEDİK-FERRARA-BOLOGNA-FLORANSA(Firenze)
06 Kasım-11 kasım,2016
 
Yola çıkarken kampta bulunan bir Arjantinli gurup ile kaynaşıp resimler çektik.Pedallar dönmek üzereyken başlayan yağmur zaman zaman etkili olsa da Padova'ya kadar firesiz devam ettik.Buraya kadar 35 kilometre kadar yol gelmiştik.Tabi ki 60-65 kilometre sonra Ferrara'da Rönesans mimarisi Estense Kalesi'ni (Castello Estense)  görmek için heyecanlıydık...Trieste'de Christiana da bu şehri özellikle tavsiye etmilşti.

İlk günümüzde buraya varmak mümkün değildi. Arada bir kere aşırı şiddetlenen yağışla karşılaştık. Devam edilecek gibi değildi. Yağmur tanecikleri neredeyse suratlarımızı delecek, bir sundurma altına sığınıp beklemek zorunda kaldık. Daha sonra hava açtı.

FERRARA

Ertesi gün Po Nehri üzerindeki bisiklet yoluna çıkıp zevkli bir sürüşle öğle üzeri Ferrara'ya girdik. Birimizin gidon yükseltmeye ihtiyacı vardı. Bir bisikletci bulduk. Bu işimizi görürken çadırlarımızı açıp kurutarak yemeklerimizi atıştırdık. Artık rahatça şehri gezebilirdik. Keyfini çıkardık. Estense Kalesi dışında şehirde Diamanti Sarayı ve  Ferrara Kadetrali gibi görülmesi gereken 14-15.nci yüzyıldan bu yana korunmuş başka eserler de var... 


 Ferrara,İtalya

                                  Ferrara,İtalya



Estense Kalesi,Ferrara,İtalya
                                          Estense Kalesi, Ferrara,İtalya


BOLONYA(BOLOGNA)


Ferrara'dan çıkıp SS64 numaralı yoldan sıkı pedallamayla asıl ana hedefimiz olan şehir Bolonya (Bologna)'ya vardık. Şehrin yeni yerleşimini geçene kadar çok kötü yol ve düzensiz bir trafikle karşılaştık. Git git aynı manzara...

Bu kadar övgü alan tarihi kent sanki bir hayal kırıklığına uğratacakmış gibiydi. Bozuk yollar yerini antik kentin merkezindeki parke döşenmiş yollara bırakınca endişe sona erdi...
Baş döndürücü binaların olduğu caddelerden devam ederek Maggiore Meydanı'na (Piazza Maggiore) geldik. Muazzam bir meydan. İnsanın başı döner...

Neptün Çeşmesi, Bologna Katedrali,Notai ve Re Enzo Sarayları... Burada bir gece kalıp tam gün gezmeyi çok isterdik. Ancak akşam üzeri geç saatte kalararak daha fazla şey görmeye çalıştık.

Bisikletler için giriş yasağı olan otoban yola girmeden SS 64 numaralı nasyonel yolu bulup devam ettik.Bir süre sonra yokuşlar başladı. Sıkı rampalarla ilk gün 700-800 metrelere kadar çıktık. Havanın soğukluğu daha zorlayıcıydı.
Üst üste lahana gibi giyinmek zorunda kalmıştık.

Havanın soğuk olmasına rağmen insan yokuşlarda aşırı efor sarfedince terliyor.Her ne kadar termal giysiler olsa da içimiz sırılsıklam...

Ben genellikle bahar ve soğuk kış aylarında tura çıktığım için çok dikkatli davranıyorum. Uzun molalarda iç giysilerimi değiştirip arkamdaki yüklüğe asıyor, rüzgarda kurutuyorum.Hava çok soğuksa her fırsatta bunu yapmak benim taktiğim.
Eğer üşütmeyecek bir hava ise terli giysilerimin üzerimde kurumasına ancak o zaman izin veririm.Ayrıca kamp alanına varıldığında çadır kurmaya başlamadan önce mutlaka iç giysilerimi değiştirip -tenimi ısırmasın diye- pamuklu bir fanila üzerine yünlülerimi giyerim. Sonrası havanın durumu ile ilgilidir. Fakat o yünlü fanilam mutlaka giyilir ve gece boyunca çıkarılmaz.

Sloganı hafife almayalım... 
"Kötü hava yok; kötü giyim vardır."

İlk gün Monte Sole (Güneş Dağı) Milli Park bölgesindeki Marzabotto yerleşiminde çadırlarımızda konaklamıştık. Sonraki günümüzde daha yükseklerde Pistoia'ya bir kaç kilometre kala yolumuzun en zirve noktasında konakladık.

Emilia Bölgesi'nden Toskana bölgesine girdikten sonra iyice artan rampalarla son 15 kilometremizde 1000 metre kadar rakıma ulaştık. Tabi ki konaklama yerimizden hareket edip 5-10 kilometre sonra vardığımız final noktasından Pistoia şehir merkezine inişimiz bize ödül oldu...
Virajlarda bazen fren kullanmak durumunda kalsak da 50-60 kilometreye kadar yükselen hızda en az 15-20 dakika kadar devamlı indik...Sanki kanatlanmış, uçuyor gibiydik.
 
Öncesinde pek tanımadığım ama artık hiç unutamayacağım Prato kentine geldik.Burası kendimizi adeta Pekin'de zannettiğimiz için hiç unutamayacağımız bir şehir olup aklımızda kalacaktı. Neredeyse hiç İtalyanca tebela ile karşılaşmadığımız için şaşkındık.Sonradan okuyup öğrendim ki 40 bin çinlinin koloni kurduğu bir şehirmiş. En az on kişi ile konuşmaya çalıştık.Tek kelime ingilizce bilmedikleri gibi çoğunun İtalyanca da konuşamadıklarına tanık olduk...(!) Çok şaşırtıcıydı...Hazır Çin Pazarı içine düşmüşken ihtiyacım olan bir memory kart adaptörü satın almalıydım. Bir arkadaşımız için de flash disk gerekliydi. Girdiğimiz bir dükkanda dakikalarca süren ilgi ve alaka çok memnun ediciydi. Aldığımız ürünler satıcı tarafından bilgisayar üzerinde kontrol edilerek verildi.

Venedik'deki bungalow evimizden 6 kasım pazar günü çıkmıştık, bugün ise 10 kasım...Şu an Floransa'dayız. Burası turistik ve pahallı bir kent, fakat biz kişi başı 1.5 € şehir vergisi dahil 11.5 € luk  kocaman bir hostela yerleştik. Şehir stadı yakınlarında Hostel 7 Santi ... 

Toplam: 1.650 km deyiz...

FLORANSA(FİRENZE)

Firenze Arno Nehri üzerine kurulmuş eski tarihi bir kent...Her iki yakayı bir birine bağlayan pek çok tarihi ve de yeni  köprüler var. Vecchio Köprüsü  (Ponte Vecchio)bunların en önemli olanı...

Biz öncelikle yol tarifi sorduğumuz bisikletli bir İtalyan gencin peşine takılıp Duomo Meydanı'na ve oradan da  Floransa Katedrali'ne geldik.
Daha sonra Piazzale Michelangelo,Maggiore Meydanı,Signoria Meydanı gibi pek çok yeri gezdik. 


 Arno Nehri,Firenze,İtalya
                                             Arno Nehri,Firenze,İtalya


Signoria Meydanı, sanki bir açık hava  müzesi şeklinde düzenlenmiş.
Davut heykelinin replikasını da görebileceğiniz bu meydanda onlarca heykel var. Rönesans dönemini en iyi anlatan bu meydanın yapılması zamanındaki parasal zenginliği düşünün... Adamlar ne emekler, ne paralar harcamışlar... 


 Floransa Katedrali,Floransa,İtalya
                                                 Floransa Katedrali,İtalya


Maggiore Meydanı'nda ise en ilginizi çekecek şeyin Neptün Çeşmesi (Fontana del Nettuno) olacağını söyleyebilirim.

FLORANSA-PİSA-ROMA

12 Kasım-20 Kasım,2016

 Floransa'dan çıkarken yağmur başladı. Fazla şiddetli değildi. Dobra Nehri'nin karşı kıyısına geçerek SS 65 numaralı yoldan devam edecektik. Yolda bir Türk turist kafilesi ile makara yaptık. Türk bayrağını görünce heyecanla bizi durdurup onlarca soru yağmuruna tuttular.

Dobro Nehri boyunca uzanan geniş bisiklet yolları, spor alanları, yürüyüş parkurları içinde kalabalık insanların arasında pedallayarak şehirden çıktık. Hafta sonu tatili ve iyi havayı fırsat bilenler kendini buralara atmış.Nehir boyunca ortalık her yaştan spor yapan insanlarla dolup taşmıştı.

Arada asayişi kontrol eden atlı polislere rastladık. Bunlar benim çocukluğumdaki Dolmabahçe Stadı (Bugünkü Beşiktaş Arena) çevresinde görev yapan atlı polisleri hatırlattı. O uzun yeleli, parlak tüylü beygirlerin heybeti beni çok etkilerdi.

İnsan kalabalığından uzaklaştıkça bisiklet yolumuz artık patika sayılacak kadar küçülüp daralarak stabilize duruma geldi. Azımsanmayacak kadar yolu hiç araç yoluna çıkmadan arkamızda bırakıp 26 kilometre kadar sürüşle Empoli'ye kadar geldik. Artık SS 67 numaralı yoldaydık.

Firenze'den Pisa sadece 80 kilometre kadar. Bizim için bu yol aralara yaptığımız giriş çıkışlar ve bazen zorunlu bisiklet yollarından sürmek zorunda olduğumuz için yüz kilometreye kadar çıkabilir. Nitekim ilk günümüzde 70-80 kilometre kadar gelmiş olmamıza rağmen konakladığımız kamp alanından çıktıktan sonra karşılaştığımız ilk trafik tabelası Pisa'ya 25 kilometre kaldığını gösretiyordu.

Cascina yakınlarında ilginç bir olayla karşılaştık. Dün gece çadır yeri bulmadan önce her ne kadar tedbirli olsak da bazı eksiklerimizi gidermek için alışveriş yapmamız gerkliydi.Haftasonu olduğu için küçük yerleşimlerde market bulmak zor oluyor. Nitekim biz de açık market bulamayıp yattık. Sabah yola çıktığımızda belki de her zamankinden daha zayıf bir kahvaltı etmiştik.Yol haritasına ben vakıf olduğum için tur boyunca öncü olarak sürüyorum. Arkamdan bir aracın kornasını duyar gibi oldum, ama devam ettim. Bir kaç kilometre sonra aynı araç önümüze geçerek bizi durdurdu.

Araçtan inen kişi ellili yaşlarda bir İtalyan bayandı.Önce isimlerimizle tanışma faslı ve ardından bisikletle yaptığımız turu kutsayan övgü dolu sohbet...
O da eşiyle zaman zaman çıktığı turları anlattı. Derken kadın arabasından her birimize birer poşet verdi. Şöyle ucundan bir baktık ki içinde pasra ve kurabiye türü şeyler var. Çok duygulanmıştık.Vedalaşırken kadınla sarmaş dolaş olup
- tam bir Türk usulü- yanaklardan öpüşerek ayrıldık.

Kadın hepimizin kalplerini feth etmişti...Bisikletlerimizi sollarken tekrar tekrar korna çalıp el sallayarak bizi uğurladı. O anda Türkiye'de Koru Dağı'nı tırmanırken bir kamyoncunun rampadaki dalgacı tavrı aklıma geldi... Adam camdan başını uzatıp " Kafayı mı yedin kardeşim, bu yokuş çıkılır mı?" diye avaz avaz bağırıyordu.Unutmuyorum elinde de sigara vardı.

PİSA

 Pisa Tıpkı Firenze gibi Dobro Nehri üzerinde kurulmuş. Nehir buradan sonra 12 kilometrelik yolculukla Akdeniz'in Cenova kıyılarına bakan Ligurya Denizi'ne boşalıyor.Şehre erke saatlerde girdiğimiz için aşırı yoğunlukta bir turist kalabalığı yoktu.

Öncelikle Sardinya kralı II. Vittorio Emanuele heykelinin bulunduğu meydanda uzunca süre takılıp terli giysilerimizi değiştirerek toplu resim çekildik. Oradan ara sokaklara girip Pisa Kulesi'nin bulunduğu  gerçek adı Piazza del Duomo olup Mucizeler Meydanı anlamına gelen Piazza del Miracolide denilen meydana geldik.

Pisa turistik anlamda malum yer! Herkes neredeyse bin yaşındaki kulenin eğriliğini tutup düzeltmeye çalışıyor.Bunun için en çok çaba harcayanlar özellikle Uzak Asya'dan gelen turistler. Gerçi gurup olarak biz de bu konuda bayağı emek verdik.Hem de bazen yasakları çiğneyip çimlere yatarak bunu ayaklarımızla bile yapmaya çalıştık.



Pisa Kulesi,Pisa
                                            Pisa Kulesi,Pisa


Öğlen üzeri şehir dışına çıkmıştık.Yemek yerken bir yandan da çadırlarımızı kurutup deniz kenarına ulaştık.
Yolu uzatmak pahasına sahilden doğu yönüne Livorno ve Cecina üzerinden önce Grosetto, oradan da Civitavecchia'ya vardık.Bir ara kapatılmış bir köprüden geri dönüp tekrar bir alternatif yol bulmak için uzun zaman debelenip durduk. Arada önceden bu durumu belirten bir işaretleme yapmadıkları için bol bol küfür ettik. Belki de bu konuda yollarda uyarı vardı da biz göremedik.
Çevreyi bilmeyen bir kaç İtalya pilakası taşıyan araç da bizim durumuza düşmüş alternatif yol bulmak çabasıyla patikalarda gezip durdular.

 Civitavecchia'dan sonra Roma'ya 80 kilometrelik yolumuz vardı. Buralarda kamp ocaklarımız için kartuş aradık. Uygun vidalı kartuş bulamayınca geçmeli kartış ocağı satın almayı tercih ettim. Tabi ki, Türkiye'deki fiyatın iki katına almış oldum. 

Avrupa'nın pek çok kentinde bazı ürünler bizden çok pahalı...Tabi ki ucuz olan ürünler de var. Mesela et ve alkol bize göre çok ucuz. Alışveriş yaparken fiyatların mağazalara göre değişebileceğini dikkate alın.  Coop'ları kazıkçı buluyorum. Spar da adı gibi  tasarruf edilecek bir mağazalar gurubu değil.   Benim ve tanık olduğum pek çok gezginin favori market markası  eminim şehirlerin giriş ve de çıkışlarında konuşlanmış " Lidl Market " 'lerdir.

ROMA

Bu kent benim için yeni değil. Daha önceki gelişimde de "Camping Village Roma"adlı kampta mobil evlerde kalmıştım. Roma merkezine 5-6 kilometre uzaklıkta Aurelio'daki bu kampa kişi başına gecesi 14€ ya yerleştik.

Birinde mutfak olmak üzere iki bölümden oluşan bir ev...Vasat olanları ile bizim tercih ettiğimiz "Süperior" sınıf arasında çok fazla bir fiyat farkı olmamasına rağmen iki katı konfor üstünlüğüne sahip olduğunu söylemeliyim.En azından diğerlerinde yokken bunda mutfak var.

Gezilecek yerler için ayrıntılı yazmayacağım. Roma'nın her tarafından tarih fışkırıyor. Dünyanın en bilindik şehirlerinden biri...
Bu konudaki zevkinize uygun araştırmayı önceden yapıp kalacağınız süre ve bütçenize göre uygun olarak şehrin zevkini çıkartmaya çalışın.
Bir şey daha hatırlatmalıyım... Gece sokağa çıkın...
Örneğin Trevi Çeşmesi'nin veya Navona Meydanı ile buradaki Dört Nehir Çeşmesi'nin, hele ki Piazza Venezia'nın gündüzü başka gecesi daha başkadır, derim...

Bazı noktalarda  bira ikmallerinin sonucunda geceleri rahat davranarak  heryere işeyen turistlerin idrar kokusu sizi rahatsız edecektir, ama siz de onlardan biriyseniz sorun yok demektir.



Vatikan

                                                     Vatikan

Son olarak şu var; Eğer bisiklet seven biriyseniz Tiber Nehri boyunca kilometrelerce uzanan bisiklet yolunda mutlaka pedal çevirip tarihi köprüler altından geçerek Roma'yı bir de aşağıdan seyretme şansını kullanınız.



 Collezione,Roma,İtalya

                                                    Collezione,Roma,İtalya


Arjantin'den gurubumuza katılan Monika ile dün kampta vedalaşarak havaalınına giden servis minibüsüne bindirdik. Biraz duygu yüklü sahneler yaşandı. Ne de olsa bir aydan fazla bir süre bçok şey paylaşmıştık.


Sabah üç kişilik gurupla yolumuza devam etmek üzere yola çıktık.Bundan sonraki durağımız Napoli ... 

Toplamda 3 Günlük Roma içi şehir gezmeleri dahil 560 km yol yapmışız...


TOTAL:2.210 km


ROMA-NAPOLİ
21 Kasım-25 Kasım, 2016

Roma'yı çıkarken şehrin tarihi olmayan yüzünü de gördük. İnanın bu kente aşık olduğunu düşünen insanlar için tamamen bir hayal kırıklığı...Çarpık yapılaşma bizim ülkemiz kadar değilse de fazlasıyla çirkin ve ayrıca inanın sokaklar  bizden çok daha pislik içinde. Hele Napoli?! Görmeden düşünemeyeceğiniz kadar bozuk yollar, çamur, daracık sokaklar, mahallelerde hoparlörle çığırtkanlık yaparak dolaşan araç üstü seyyar satıcılar... Yol boyunda sandalyelerde oturmuş pek çoğu çocuk yaşta ve Afrikalı olan çirkin mi çirkin fahişeler.

Roma'dan kendimizi deniz kıyısına çıkacak şekilde yönlendirdik. Kıyı boyunca sadece ilk gün bir kaç saatlik kıyı sürüşümüzde kısa iniş çıkışlı rampalarla karşılaştık. Sonrasında Terracina üzerinden Formia'ya oradan da son Tünel geçişi ile Napoli merkezine girdik.



 Pozzuoli,Napoli
                                              Pozzuoli,Napoli,İtalya


İlk durağımız "Dell Ovo Kalesi" oldu. Kalenin içini de gezip kuşbakışı Napoli manzarası resimler çektik.Plebiscito Meydanı,Napoli Kathedrali sonraki duraklarımızdı.


Bu şehirde konaklama fiyatları oldukça pahalı sayılır. Biz  limana bakan caddede Hotel Bella Capri 'yi uygun bulup önceden rezervasyon yapmıştık. Üç kişilik basit kahvaltılı bir odaya 50 € toplam bir gecelik ödeme yaptık.Tek handikapı şu an net hatırlamıyorum ama, sanırım 4 veya 6.ncı katta olmasıydı. Bisikletlerimizi daracık asansörle şaha kaldırarakı taşımak zorunda kaldık.



 Torre Del Greco,Napoli
                                                           Torre Del Greco,Napoli


Napoli hakkında gelmeden önceki düşüncelerim farklıydı...Açıkçası hayal kırıklığı yaşadım. Şehrin gündüzü yanında gecesini de gördük. Çok sıcak gelmedi. Bu sadece benim için değil, diğer gurup arkadaşlarım için de böyleydi.

Toplam sürüş:2.530 km


NAPOLİ-BARİ
26 Kasım-30 Kasım, 2016

Yorgunluk ve de memleket özleminden olabilir, baştan beri adını "Sicilya Turu" koyduğumuz turumuzun rotasını Türkiye yönüne çevirmekte hemfikir olduk. Sicilya hayalimizi bir başka bahara bırakıp Bari Limanı'ndan feribotla Arnavutluk'a geçip Tirana kadar pedallayarak oradan bineceğimiz bir otobüsle yurda dönecektik.Bunun için saat on civarında yola koyulduk...

Napoli-Pompei arası yaklaşık olarak 25 kilometrelik bir yol... Ama ne yol ! İri ve yamuk yılık taşlar döşenmiş.Arada bir-iki yüz metrelik asfalta denk geldiğimiz oluyorsa da, çukurlardan kaçmak için kaplumbağa hızıyla gidiyoruz.

Bisikletler yüklü, lastikler dar olunca bu tür yollarda sürmek oldukça eziyetli ve teller kopacak, jantlar zarar görecek diye insana korku veriyor.
Otobanı bisikletle kullanma şansımız olmadığı için başka alternatifler arıyoruz.Kullandığımız haritaya göre böyle bir şansımız yok, ama belki bir umut insanlara soruyoruz. Maalesef, SS18 numaralı yolu devam etmekten başka çaremizin olmadığı tescilleniyor.

Geçtiğimiz  sokaklar Napoli'nin tenekeli mahalleleri cinsinden... Sıvasız küçücük pencereli evler, kapı önünde sere serpe oturmuş kağıt oynayanar, evden eve asılmış renk renk çamaşırlar, pencerelerde cam silen kadınlar, yol kenarlarında toz içinde kalmış çoğu pilastik bebek görünümlü Kutsal Jesus ve Meryemana ikonaları, arada size çarpan mobiletler, Avrupa'nın başka hiç bir yerinde göremediğim saygısızlıkta araç sürücüleri,yol boyunda ve mahalle aralarında tepeleme çöp yığınları...Bir curcuna ki, sormayın gitsin. Adeta Avrupa Hindistan'ı gibi... Bu manzaranın kahramanları yabancı ülkelerden gelen göçmenler falan değil,  yüzde doksanıyla İtalyanlar...

"Hindistan" deyince, aklıma gelen bir şey oldu...
Bundan yedi sekiz yıl önce -2008 yılında- Hindistandayım. Tabi ki tur paketleriyle gezmediğim için serbestçe çarşı pazar, tüm mahalle araları gezip tozuyorum.
Ölü yakma törenleri, Ganj Nehri'nin kirli sularında yıkanmalar, ağızda ot çiğneyenlerin yerlerde ve hatta duvarlardaki kan kırmızı tükürükleri,sokakta çiş yapanlar, berberler,kulak yıkayıcılar...
Dolayısıyla çekip yakınlarımla paylaştığım tüm fotoğraflarda sefalet var.
Bunun üzerine öğretmen bir yeğenim, 
"Enişte, bu ülkenin hiç mi bizim gibi yaşayan insanları, modern caddeleri yok?", diye sormuştu.
O zamandan beri her iki taraftan bakmak gerekliliğinin önemini farkettim. Artık sefaletin olduğu ülkelerde refahı, refahın olduğu ülkelerde sefaleti de resimlemeyi ihmal etmiyorum.Napoli'de bol bol sefilliği resimledim.

POMPEİ

Sadece 24 kilometrelik yolu ancak 4 saatlik bir sürüşle gelebildik. Saat öğleni çoktan geçmiş. Ören yerinde çıkış kapısı önündeyiz. Giriş kapısı hemen karşımızda. Sıra bekleyen kalabalık turist kafilesi görüyoruz. Çoğunluk Uzakdoğu'dan gelen insanlardan oluşuyor.

Pompei miladdan 5.000 yıl önce kurulmuş çok eski bir şehir. Vezüv Yanardağı hemen karşımızda. Bundan 2.000 yıl kadar önce volkanik patlamalar olmuş. İnsanlar, üzerlerine yağan küllere ve taşlara rağmen patlamaları hafife alıp evlerine sığınmış. Bu şekilde gaz zehirlenmesiyle topluca ölmüşler. Elleriyle ağızlarını tutan katılaşmış insan bedenleri ölümlerin zehirlenmeden olduğunun kanıtı sayılıyor.

Pompei dünya üzerinde çok merak edilip ziyaretçi çeken bir yer. Kombine biletimiz olmadığından tek giriş ücretlerini pahalı bulduk.Zaten havanın erken karardığını, yeterince gezemeyeceğimizi, eğer kalırsak buralarda çadır konaklaması için uygun yer bulamayacağımızdan bir otelde kalmak zorunda olacağımızı düşündük.Böyle düşünmekle de bana göre hepimiz halt ettik!
Bence o gün, geri dönme sevdamızın dayanılmaz etkisiyle kendi kendimize bahaneler yaratmışız. Sonuç olarak, o anki psikoloji içinde böyle bir yere gelmişken bir gece olsun kalmayışımızı "APTALCA" bulduğumu itiraf etmeliyim.

Salerno üzerinden anayolları takip etmek yerine, içerilere girip biraz kırsal bölgelerde dolaşmak ve böylece hem trafik yoğunluğundan uzak olmak, hem de yolu kısaltmak niyetindeydik. Gidonlarımızı bir noktada Salerno yönünün soluna çevirip devam ettik. Fakat hızlı da gitmemize rağmen bir türlü yerleşim alanından çıkamıyoruz.
Hava karardı; çadır kuracağımız uygun bir yer bulmakta gecikiyoruz. Kilometre saatlerimiz bugün için 60 rakamını gösterirken nihayet çadırlarımızı kurabileceğimiz bir hurma bahçesini gözümüze kestirdik. Bahçenin duvarından  bisikletlerimizi yükleriyle beraber kaldırmak çok da kolay olmadı ama,  meskun mahalin içinde bu güzel konum için zahmete değerdi.

İkinci günü Avelino'yu geçtikten sonra Villagio Santo Stefano kasabasına kuşbakışı bir tepede terkedilmiş dağ evinin çevresinde kamp yaptık.Rakımın yüksekliği ve nemli hava oldukça dondurucu bir gece yaşattı.

İlk gün Pompei'e kadar olan bölümde yollar berbat olmasına rağmen düzlüktü. Artık iyice yokuşa sardı.Hele ki bir yerde sabahın körü bir vakit, saatlerce kalkmayan göz gözü görmez sis içinde ölüm rampalarıyla karşılaştık.
"Ölüm Rampaları" demek biraz abartılı, ama tehlike anlamında değil de, "Eşek öldüren" cinsinden tam da söylenebilecek bir şey...
Tabi ki en az 20 derecelik yokuşun azizliğinden bisikletlerimizi itmek zorunaydık. Dakikalar sonra hiçbirimizin asla unutamayacağı Gesualdo dağ köyünün kalesini karşımızda görünce çocuklar gibi sevindik. Buradan unutamayacağımız köyün resimlerini çekerek arşivlerimize yüklemiş olduk.

Köyün girişindeki evin balkonundan bizimle konuşmaya heveslendiğini sezinlediğim kadına İtalyanca "Günaydın-İyi günler" dedim. Kadın bize öyle bir bakıyordu ki, suratında hem bu köye gelen ilk bisikletli gezginleri görüyor olmasının hayretini, hem de bize acıyarak baktığının ifadesini görebilyorduk. 

Gesualdo'dan çıkarken bile köyün arkasındaki uzunca bir rampayı tırmanmak zorundaydık. Mezarlığın önünden geçip kısa bir sürüşle SS90 numaralı Foggia yoluna çıktık. Bir süre sonra zirveden iniş başladı.Dakikalarca indik.Yol boyunca sadece yaz aylarında kullanıldığı anlaşılan köy evlerinin bahçelerindeki hurma ağaçları bizi çağırıyordu.Son inişlerde dayanamadık ve durduk. Uzun zamandır kimsenin oturmadığı anlaşılan, cümle kapısına kilt vurulmuş bir binanın bahçesine girip doyasıya olgunlaşmış cennet hurması yedik.

Takvim 29 Kasımı gösteriyordu. Foggia yakınlarından şehre girmeden sağa döndük.Artık yönümüz Bari'ye bakıyordu.Bir an önce denize ulaşmak istiyorduk.Cerignola yakınlarında hava erken kararmıştı.Bugün denizi göremeyecektik. Hava çok soğuktu.

Yoldan biraz içeride, kullanılmayan bir köy evinin bahçesinde kuytuya sığınıp çadırlarımızı kurduk. Rüzgarın şiddetiyle biraz üşüyerek rahat edemediğimiz bir gece geçirmiştik. Sabah kat kat giyinerek toparlandık.Bugün Bari Limanı'na varacağımız gündü. Belki de İtalya'dan Arnavutluk'a geçecek olmanın heyecanı ile geceyi huzursuz geçirmiş olabileceğimizi düşünüyorduk.

İlk karşılaştığımız tabela da Bari'ye 77 km kaldığını okuduk. Saatim sabahın sekiz buçuğunu gösteriyordu. Yollar ip gibi düz... Geniş emniyet şeridinde öyle bir kaptırmışız ki, hızımız 28-30 kilometrenin altına düşmüyor. Bir sürü tırmanıştan sonra böyle bir yolda pedal çevirmek bacaklarımızı şımartıyor... 

İlk basıştan bu yana Kesintisiz 30 kilometrelik yol pedallamışız. İkinci bir sürüşle hiç durmadan bir 30 kilometre daha pedal çevirip öğlen olmadan şehrin kıyı semtlerinden birine giriveriyoruz.
Karnımız acıktı, atıştırmak niyetindeyiz. Küçük marketler pahalı. Buna rağmen az da olsa bir şeyler alıp beldenin limanında kuytu bir yerde tıkındık.

Deniz azgın. Sırtımızı verdiğimiz dalgakıranın duvarından şöyle bir açıklara bakalım istedik, ama nafile. Rüzgar insanı uçuracak gibiydi. Tekrar devam ettik.

Sahil yolu bizi şehir merkezine götürmeyecek gibi görünüyor. Arada çıkmaz sokaklarla karşılaşıyoruz.Onbeş yirmi kilometre yolumuz var. Şehir merkezine giden anayolu bulup şehre varıyoruz.

İlk uğrak yerimiz liman... Önce feribot biletlerimizi satın alıyoruz. Dures'e çalışan iki tane acenta gemisi var, Adria ile Ventouris... Biz Adria'yı tercih ediyoruz. Bunu yaparken her hengi bir karşılaştırmada bulunmadık. Zaten internet üzerindeki araştırma ile 40 €  gibi bir fiyat beklerken 32 € ile karşılaşmıştık. Hemen biletlerimizi kestirdik. Bu akşam saat 22.00'de hareket edeceğiz.Üç saat önceden limana gelmemiz gerekiyor.

Gün içinde şehri dolaştık. Hava rüzgar ve soğuk.Bir ara gemilerin çalışamayacağını bile düşündük. Bu koca gemileri görünce düşüncemizin ne kadar safça olduğunu anladık. Akşam üzeri limandaydık.

Liman öylesine büyük ki, giriş kapısından gemiye kadar 3 kilometre kadar yol gitmek gerekiyor.Biletlerimiz günlük ve acentadan alındığı için biniş kartlarımız ile birlikte... Bunu biz ve kontrol memurları farkedemeyince tekrar acentaya kadar döndük. Gişe görevlisi uyarınca baktık ki basit bir e-biletten ziyede kapı gibi boarding kartlar elimizde, tekrar biniş salonuna dönüp pasaport kontrolünü bekledik.


 Bari Limanı,Bari,İtalya
                                                   Bari Limanı,Bari,İtalya


Üç saat önceden limana gelmek boşunaymış...Gerçi bizim için bekleyebileceğimiz başka bir sıcak ortam yoktu. Burada sırtımızı ısıtma peteklerine verip, telefonlarımızı şatz ettik.

Kapılar son yarım saatte açıldı.Feribota binecek araç ve yolcu sayısı çok değildi.Hareket saati de biraz gecikmeli oldu.

Gemide görevlinin gösterdiği  boş bir yere bisikletlerimizi sıkıca bağladık.Yukarıya çıktığımızda sigara içilebilir bir salonda  ancak boş yer bulabildik. Salon iki bölmeliydi.Diğer bölümde koca küllükler varken bizim tarafımızda küllük yoktu.Sabaha kadar da sigara içeni görmedik.Koltukları birleştirip kendi sınırımızı belirleyerek yatacak yerlerimizi hazırladık.Çok rahat olmasa da yemekten sonra hemen uyumuşuz.

Geminin içi önceleri çok sıcaktı. Sabaha karşı biraz serinledi. Neyse ki feribot yolculuklarında yanımıza yeterli yiyecek-içecek ve uyku tulumu bulundurmak gibi bir tecrübeye sahiptik. Sabah saat sekizde Dures limanına girdiğimizde havanın açık ve denizin -türkçe tabiri ile "Süt liman" olduğunu gördük. Saatler ilerledikçe gün içinde hava daha da ısınacaktı...

DURES-TİRAN (Arnavutluk)
30 Kasım-1 Nisan

Gemiyi en son terkeden yaya yolcusuyduk.
Bisikletler elimizde pasaport kontrolüne girdik.
Giriş kaşesinden sonra bagaj kontrolündeki Arnavut polis bisiklet üzerindeki çantalara bakıp X-Ray cihazını gösterdi.
Şaka yollu "Yapma!.." dedim.
Bir diğeri elimdeki pasaportu tanımıştı.
"Türkiye...Arkadaş..." diye atıldı.
Bu  yaşlı polisin üzerindeki üniformadan diğerlerinin amiri olduğunu sezinledim.
Babacan polis bana çanta söküp tekrar takma eziyetinden kurtulacağımı hissettiriyordu.
Çantalarda alkol ve tütün var mı, diye sordu.
Tüm samimi pozlarımı takınıp inandırıcı bir şekilde "hayır" dedim. Yol verdi. Arkamda gelen iki Türk bisikletlinin daha olduğunu hatırlattım. Onlar da geçtiler.
Oysa ben İtalya'da free-shoplardan daha ucuz bulduğum için eşyalarımın arasına bir kaç şişe içki yerleştirmiştim. Bir de çantalarımın içinde Viyana'da misafiri olduğumuz Aziz'in hediyelerinden olan Fransız kanyağı (Hensley) vardı.

Dures'de ilk işimiz yarın için Tiran'dan binmek üzere otobüs biletlerimizi almak oldu. Öğlen saat 12.00 de şehir merkezindeki Metro Turizm için bilet satan bir acentadan binip Yunanistan üzerinden Türkiye'mize varacağız.


 Dures Limanı,Arnavutluk
                                 Dures Limanı,Arnavutluk


Biletlerimizin ücretlerini her birimiz kişi başına -30 $- karşılığı keş ödedik. Ben dolar olarak verdim. Diğer arkadaşlardan biri yine dolar, diğeri ise euro bozdurup Arnavutluk parası ile Ley olarak ödedi. 


Bilet işimiz tamadı.Liman çıkışında beleş internet bağlantısı kullanarak bir gecelik hostel rezervasyonumuzu da yapmıştık. Ben daha önce bu ülkeye gelmiştim. Bilirim, buraların böreği meşhurdur. Güzel bir börekçide üçümüz ayran börek tıkındık.Karşılığında Candaş arkadaşımızın ısrarla ödediği para -bizim paramızla- sadece 7 TL... (Yani günün kuru ile 2€)

Artık yol kalitesi falan aramak doğru olmazdı.Ne de olsa fakir memleket...
Tiran girişindeki manzara korkunçtu...
Aman Allahım! Bu na curcuna?!
Her taraf şantiye gibi kazılmış. Tozun toprağın içinde pedallaıyoruz. Hop çukura, hop kucağa denilen argo tabirin kullanılabileceği bir yol...

Dures'den buraya 40-50 kilometrelik bir sürüşle gelmişiz. Artık Tiran'dayız. Geçen yıllarda konakladığım  Guesthouse Pansion Andrea ' ya geldik. Eşi Türk olan bir bayan çalıştırıyor ve fiyatları makul. Üç kişilik odaya ödediğimiz toplam 20€ ödedik. Pansiyona yerleşmeden önce arkadaşlar'a şehri gezdirmeyi ihmal etmediğimi de söylemeliyim.

Sabah çantalarımızı erkenden yükleyip kervanı düzdük. Yürüyerek en yakın börekçiye gidip yine böreklerimizi yedik. Biraz da yolluk aldık. Sonra otobüse bineceğimiz ofisi bulup bisikletlerimizi demonte ederek saatimizin gelmesini bekledik. Otobüs dakikti. Tam saatinde geldi.  Türk şoförlerden biri agrasiv davranıp eşyalarımızın çokluğundan şikayetçi oldu. Biraz sabrettik. Ama nihayetinde konuşmak zorunda kaldık. Yine de tatsızlık çıkmaması için alttan aldık. Tüm bagajı kapladığımızı söyleyip, başka yolculara yer kalmadığını abartılı şekilde idda eden arkadaşımızın otobüsü sadece on kişiyle Türkiye'ye girdi.Bizden sonra bagaj kapaklarının açıldığını hiç görmedik bile...

Yunanistan ve Türkiye'ye girişte Arnavut yurttaşların mimlenmişliği yüzünden sıkı aramalar olduysa da bizim eşyalarımıza hiç bakılmadı. Herkesin valizleri indirilirken, bizimkileri es geçtiler. Memurlar çoğu yerde bisikletlere karşı ilgili yaklaşımlarda bulunup bizimle sohbet arayışına girdiler. Nitekim bu arada hedeflerini şaşırmadan torba dolusu etler, ev yapımı içkiler taşıyan kişileri tesbit etmekte ne kadar uzman olduklarını da gördük...

Gece yarısı Türkiye'ye girdiğimizde takvimler bir gün daha kaymış, 2 nisan 2016 ve saatler 02.45'i gösteriyordu... 
Bisikletimin üzerinden söküp cebimde taşıdığım kilometre sayacındaki görünen rakam:

Total: 2.935 km(/48 gün)
Yorumlar - Yorum Yaz