[ google-site-verification: google096b424537a64561.html googlecb521646d1f4a805.html] google-site-verification: google096b424537a64561.html
  • Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/pkemal?ref=tn_tnmn
Kemalettin Şanlı / GEZİ YORUM > Backpacking > Tours Biking > Trekking                                                                                                             Backpacking - Trekking - Tours Biking       
BİSİKLET TURLARIM

Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.451532.5815
Euro34.684134.8231

Bisikletle GÜRCİSTAN-SVANETİ (2.650 km)


Bisikletle GÜRCİSTAN-SVANETTİ

Svaneti, 3.000-5.000 metre yüksekliklerde, Avrupa'nın en yüksek yerleşim bölgesidir. Kafkas Dağları'nın en yüksek on tepesi burada yer alır. Gürcistan'ın en yüksek dağı olan Şhara (5.201 m), Svaneti'dedir...

Tarihsel antropolojide buralarda yaşayan Svan ırkı, Lazlar ve Megreller ile aynı kökenden gelen bir Kartveli halkı olarak kabul edilir. Halkın büyük çoğunluğu bir Kartveli dili olan Gürcüce konuşmaktadır.

Gürcistan'ın Svaneti bölgesinde yer alan Mestia şehrinin fotoğraflarını ilk gördüğümde çok etkilenmiştim. Svan kuleleriyle korunan bir ortaçağ müzesi gibi diyebilirim. Bu ansiklopedik bilgileri edindikten sonra bölgeyi gezmekle ilgili isteğim tavan yaptı. Ayrıca yerli içkileri "cha cha" ve ülkeye "Şarapistan" lakabının yakıştırılmasına vesile olacak kadar çeşitli kalitede üzümleri ile yapılmış meşhur şaraplarını tadacaktım.

Covid-19 uzun zamandır yaşam biçimimizi değiştirmişti. Bir takım yasaklar ve ani değişen seyahat kararları uzaklara gitmemi engellediği için yakınlık avantajı ile tatmin olacağım güzel bir rota olduğuna karar vererek yola çıktım.

Klâsik ilkbahar bisiklet turum, 27 Mart Pazar günü sevgili eşim Nesrin'in uğurladığı İzmir-Trabzon akşam üzeri uçuşu ile başladı. Karadeniz'e özgü aşırı yağmurlu bir gecede havaalnından Havaş otobüsü ile geldiğim Hopa ilçesindeki Huzur Otel'de konaklayıp Türkiye'deki son ihtiyaçlarımı temin ettim. Uçakla taşınması yasaklı gaz kartuşumu online alışveriş ile buradaki bir kargo şubesine yönlendirmiştim; sabah onu hallettim.Manda yoğurdu, kestane balı ve Medine hurması olmasa da- bol bol yulaf ezmesi satın aldım.

Daha sonra karton kolindeki bisikletimin montajını yapıp nihayet pırıl pırıl bir havada Gürcistan Acara Özerk Bölgesinin başkenti Batum'a girdim.

Hopa sınır kapısı geçişlerinde PCR testi yakın zamanda kalkmıştı. 250 TL test parasını ödemekten yırttık diye sevinirken henüz bir hafta önce sivriltilmiş 150 TL lik yurtdışı çıkış har(a)cının kazığını yemekten kurtulamadım. Maalesef Türk vatandaşı olmanın fıtratında var; kıskanılası ülkemizde"gık" deseniz polis jopu, biber gazı ve ters kelepçe bonusu ile karşılaşıyorsunuz😡 Arada baskılardan uzaklaşıp da şöyle bir komşu ülkenin bahçesine çıkayım derseniz haraç ödemek zorundasınız.

Neyse güzel şeylerden bahsedelim...
UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan 2.200 rakımlı Uşguli "Avrupa'da sürekli yaşanılan en yüksek yerleşim yeri" özelliğine sahip. Şhara' Dağı'na açılan Enguri Geçidi'nin girişinde yer alıyor ve Svan kuleleriyle korunan dört köyden oluşuyor.

Oshetya paralelinde Poti ve Zugdidi'den geçerek Yukarı Svanetti Bölgesi'nde Büyük Kafkas Dağlarının eteklerine varmayı düşünüyorum. Devamında Mestia ile -buradaki 3 zirveden en yükseği olan 5.500 m rakımlı Şhara Dağı'nın eteğindeki Ushguli Köyü arasında dünyaca ünlü 45 kilometrelik trekking yolunu geçmek için hava koşullarının müsait olma ihtimali sıfır... Çünkü bu mevsimde Enguri Geçidi, Haziran ayına kadar maalesef geçit vermiyor. Mecburen ring sürüş kırılmış olacak. 
Masallar sehri Mestia'da bir kaç gün kalarak Svan Kuleleri ve Svan Halkı ile tanışacağım. Sonrasında tekrar Türkiye sınırlarına doğru yükseleceğim. İki ülkenin en üst zirveleri olan Şhara ve Ağrı Dağı arasından Van gölü Akdamar Adası'na kadar yaklaşık 1.800 km/29 gün sürecek yolculukla macera peşinde olacağım. Bakalım neler yaşanacak!? 

Batum'dan çıkarken tünele girmemek için bir iki saatlik rampa tırmanışım oldu. Sonrası kıyı şeridinde dümdüz devam eden lay-lom sürüşü...

Hava sıcaklığı yerinde, sanki Karadeniz değil de Akdeniz'de pedallıyorum. Belleğime sürekli çılgın dalgaları işlemiş o Karadeniz uysal bir çocuk gibi, oldukça sakin...  

Dağlar denizden uzak, arada geniş düzlükler var. Kıyı boyunca devam eden uçsuz bucaksız plajlar, çok sayıda sayfiye evleri ile lüks oteller; kısaca çevre kanserine doğru evrilebilir bir betonlaşma görünüyor.

Batum ile Kobuletti arasında pek çok bambu ormanı ve yol üstü tezgahlarda bambu ağacından üretilmiş ürünlerin satıldığını görürseniz şaşırmayın, Uzakdoğu'da değilsiniz.

İlk kamp gecemi Poti'de Paliastomi Gölü'nde geçirdim. Akşam yemeğine bol zencefil, zerdeçal ve sarımsaklı avokado ile başlangıç yaptım. Ana yemek pişerken votka/soda ve limon üçlüsü ile gevşedim. Sabah önce biraz jimnastik ve birkaç yoga hareketleri yaptıktan sonra kahve ile yulaf lapamı yerken dakikalarca karşı sazlıklardan yükselen güneşi izledim. Bu da ruhumun kahvaltısı oldu...

Sonrasında göl yakını bir benzin istasyonunda Beqa ile tanıştım. Gürcistan hakkında merak ettiğim çok şey konuştuk. En önemlisi öğretmen maaşlarının polislerden yüksek olduğunu öğrendim. Gürcüler yabancıya karşı soğuk gibi görünüyor. Bizdeki gibi turistlere aşırı ilgilerinin olduğu söylenemez. Ancak bu bence sevmemezlik değil, çekingenlik... İlk yaklaşan siz olursanız, karşılığını alıyorsunuz. 

Öğle yemeğimde en meşhur Gürcü böreği Kaçapuri yemiştim. Sanki milföy hamuru gibi görünüyor ama değil. İçinde patates ve ağdalaşmayan sarımtırak bir peynir var. Dün ise yol üstü tezgahlardan bir demet kısa saplı değişik bir pırasa ile iki tane kaz yumurtası aldım. Yanımda her zaman olduğu gibi zeytinyağım da var. Nasıl mı pişirdim?
Pırasa üzerine yumurta kırmayı denemeyen yoktur diye düşünüyorum.

Zugdidi çok nezih bir şehir. Burayı geçince karlı dağlar göründü... Yol boyunca tezgahlarda artık narenciye yerine elmalar yer almaya başladı. Bana sürpriz, mükemmel Almanca konuşan yaşlı Alamanacı amca elma şarabından ikram edince geri çevirmedim. Zira akşam olmak üzere...

Geceyi bir Gürcü restoranında geçirdim. Bahçede kamp için izin istediğimde işletme sahibi kadın harika bir kamelya gösterdi. Elektrik prizleri var. Gece lambası var. Bahçedeki tuvaletler tertemiz. Kocası Khia çadırımı kurarken elinde votka ile yardıma geldi. Sonra da ben ona ikram ettim. Maalesef dil bilmediği için dijital sözlükle anlaşmak yorucu oldu. Gecenin en güzel sürpriz hareketi evin hanımından geldi, Kaçapuri böreği...
Akşam akşam hamur yememek adına sabaha bırakıp yattım.

Jvali'deyim. Artık lay-lom bitti... Her kilometrede rakım yükselecek, ısı düşecek. Rota yaparken her ne kadar yokuş eğimlerine baksak da hiç görmediğiniz bir yer hakkında plan yapıyorsunuz. Eğer tavizde bulunursanız planlar yerinde asla tutmuyor ve hesapta olmayan şartlarla boğuşuyorsunuz. Anam ağladı dersem yalan olmaz. Çık çık bitmiyor. Şansıma, hava durumu mükemmel...

Bu kadar eziyete değer mi dersiniz evet, fazlasıyla... O kadar uzaklara gittim, ama defalarca geldiğim Gürcistan'ın bu yüzünü tanımamıştım. Hem çetin coğrafyayı, hem de 9.ncu yüzyıldan beridir buralarda yaşayan Svan Halkının yaptığı kuleleri görmesem olmazdı.

Jvari'den sonra ilk gece 25 Gel karşılığında Jorkvali Köyü'nde kaldım. Yaşlı kadınların çalıştırdığı -aynı zamanda yolculara yemek sunulan- evin sahibelerinden birinin zihinsel engelli oğlu vardı. Oğul 54 yaşında bakımı çok zor... Herkesin elindeki telefona saldırıyor. Bana da zor anlar yaşattı. Yine de böyle bir aileye misafir olup para kazandırdığım için mutlu hissettim. Yemek yemedim, çok pahalıydı. Basit kahvaltı 15, akşam yemeği 25 Gel... Yanında birşeyler içseniz bir 10 Gel daha ödersiniz. Toplam 75-80 Gel/400TL...Bu tur için ayırdığım bütçeyi bozar. İştahımı Mestia'ya saklamak zorundayım.

Svan kuleleri tırmanışa geçtiğim andan itibaren tek tük görünmeye başlamıştı. İkinci gece 9-10 tane Svan kulelerinin olduğu Soli Köyü'nde kamp kurdum. Burada zincire vurulsam kaçmayı dener, asla kapalı mekanda kalamazdım. Köylüler tarla dönüşü geçerken selamladılar. Burada kalacağımı görmeleri iyi oldu. Çünkü köydeki köpeklerin neden havladıklarını bileceklerdi.

Gece kulelerin aydınlatma ışıkları yandı. Harika bir atmosferde düdük, biber gazı ve kamadan oluşan savunma silahlarımı yastık altı yaparak iliklerime kadar içinde bulunduğum ortamın ruhuyla sabahladım. Sabah köyün yakınlarına yürüyerek keşif yaptım. Svanların tehlike anında sığındıları kuleler 5-6 kat ve iç ahşap merdiven ile çıkılıyor.

Ertesi gün öğlen saatlerinde Mestia'ya girip -Türkiye'de ısrarla vergi vermeyi reddeden- Booking com üzerinden ayarladığım pansiyona yerleştim. Sahipleri Pazar ayini için gittikleri kiliseden yeni dönmüşler. Yumurtalı turta ile kahve içtik. Ardından ev yapımı elma votkası "welcome drink" ikramı başladı. İşletmeci Uri'ye adaşından Uriah Heep şarkısı dinlettim. (Lady in black) Adam kendi şarkısı gibi dinleyip mest oldu. Telefonu kaptı, çocuk gibi sevinerek karısının kulağına tutuyor. Burada da karşıma telefon düşmanı çıktı.

Mestia'dan Jvari'ye kadar geri dönüş yapmam gerekiyor. İnişte karın etkisiz olacağını söylüyorlar. Bunu öğrenmek gerginliğimi sildi. Elma votkası bitene kadar kalabilirim. Yuri'nin elma votkası bitmedi, ama kar riski ile karşılaşmamak adına inişe başlamak için anî karar verdim.
 
İniş keyifli geçti. Bol bol fotoğraf ve videolar çektim. Heyelanlı bölgelede yola dökülmüş kaya parçacıkları zaman zaman hızımı kesti. Gürül gürül akarsular, şelaleler çok etkileyici güzelliklerdi. Ancak daracık ve ışıksız tüneller de bir o kadar korkutucu oldu...

Nihayet Jvari'deyim. Airbnb üzerinden kızları Dota ile irtibat kurarak bulduğum evin bahçe girişinde inatçı bir domuz tarafından karşılandım.
Ev sahibim: keçi boynuzu votkası ile beyaz şarap mucidi Knarik Ailesi ve onlarla birlikte yaşayan mutlu patiler... Hatta beni ilk karşılayan bahçedeki domuzları da sayabiliriz.

Kranik'ler yaşları 60 üzerinde iki sevimli karı-koca... Telefonda tercümanlık yapan kızları ile de tanıştım. Çamaşırlarımın yıkanması için annesi ile anlaşmamı sağladı. Ancak makine bozukmuş, elde yıkayacaktı. Ben de reddettim.

Açık mutfaklı sıcacık salonda harika bir yemek yedik. Güzel yemekler yanında ilginç olan şey manda boynuzunda şarap içmek oldu. Böylesini yaşamamıştım.

Önümde Kutais şehri var. Yine köy yollarından devam ederek daha önce eşimle bulunduğum bu güzel şehre vardım. Dün Martvili öncesi Kurzu köyünde bir kamelyada çadır açarak konakladım. Yağmurla başım dertteydi. Kutais'de kiralık bir apartman dairesi buldum. Çamaşır makinesi ve mutfak günün bonusu oldu.

Sabah yola çıkmadan önce şehre boş bisikletle inip caddelerde dolaştım.

Şu an Ahıska Türkleri'nin kentine doğru devam ediyorum. Borjomi kasabasına kadar Kuaysi-Tiflis arasında yıllardır bol tünelli yol çalışmaları olduğundan turun en keyifsiz yerini bir an önce geçmenin derdindeyim. Bol manzaralı Ahıska yolunda yine keyifli sürüşler devam edecek. Ve sonrasında deniz seviyesinden 1788 metre yükseklikteki Çıldır ilçesi Aktaş Sınırın'dan Türkiye'ye giriş yapacağım.

Kutaysi'den Gori'ye kadar olan yolun neredeyse 50-60 kilometrelik bir bölümü çok berbat, kalanı ise bir okadar harika geçti. Tur boyunca bu kısım dışındaki her ortam şiddetle tavsiye edebileceğim şekilde mükemmeldi diyebilirim.

Önce Ahıska'ya vardım. Muhteşem bir kaleye sahip çok şirin bir yer. Burada birkaç Türk ile görüşebildim. Türkçe biliyorlardı, ama kimileri kendilerini pek de öyle hissetmiyorlar gibi geldi. Türk hissedenler ise cami cemaatiydi ve onlar da beni bir Türk'e benzetemediler.

Tesadüf, İstanbul'u bilen bir Ermeni ailenin evinde kaldım.

Vale, Ahıska Türkleri'nin en yoğun olduğu yerleşim beldesi... Buraya çok yakın. Posof sınır kapısı açık olsaydı, içinden geçerek ziyaret edebilecektim. Tam tersine daha uzun bir yol ile önce Ahılkelek ve oradan da Aktaş Sınır Kapısı'nı geçmek üzere son Gürcistan köyü olan Kartsakhi'ye vardım.

Ahılkelek'de iki üçparça ekmek verdiğim bir köpek peşime takılıp tam 36 kilometrelik yolu benimle geldi. Bu olay turumun unutulmazları arasında zirveyi kaptı. Sabah Türkiye sınırlarına giriş yaptım ve ilk işim tır şoförlerinin restoranında çay içmek oldu.

Önümüzde Aktaş Gölü'nden sonra Çıldır var. Buraları geçip ilk büyük şehir Kars'da uzun bir mola vermeyi düşünüyorum.

Aktaş Sınır Kapısı ile Çıldır Gölü arası 20-25 kilometre... Çıldır ilçesine kadar yol mükemmel kalitede... Fakat Mozeret geçidini tırmanmak bir saate yakın zamanınızı alacaktır. Burada karşı rüzgar aşırı ölçüde olumsuzluk yaşatmasına rağmen zirvedeki tabela önünde çektiğiniz bir fotoğraf sizi mutlu ediyor.😇😇

Çıldır Gölü hâlen donuk, ama yer yer kıyılarda buzlar çözülmeye başlamış. Kars'a varmak için Gölü doğu yönünden yarı tavaf etmek zorundasınız. Ulubat Gölü üzerindeki Gölyazı Köyü benzeri bir adanın Çıldır Gölü içine uzandığını göreceksiniz. Burası bence rotamın en güzel yeri, Akçakale Köyü... O, belgesellerde gördüğünüz buz kaplı zeminde delik açarak balık avlanan insanların olduğu köy...
Balıkçılık ve hayvancılık başta, biraz da tarımla uğraşıyorlar. Bir kaç kişiyle sohbet ediyoruz. Buralarda yaşamanın kendileri için kötü kader olduğu sonucu çıkıyor ortaya...

Akçakale'ye indiğiniz aynı yoldan geri çıkmak zorundasınız. Buradan sonra önünüzde Taşlıyarma geçidi var. Büyük bölümü Göl manzarası ile devam eden 35 kilometrelik sürüşle geçtiğim onlarca mezrada köpeklerin saldırılarını tehlikesizce geri püskürterek iftara yakın saatlerde Arpaçay ilçesine varıyorum. Bir öğretmen evi var. Bir de -kalmayı tercih ettiğim- Rüyam Otel diye bilinen tabelasız misafirhane...

Arpaçay ilçesinden Kars'a 40-45 kilometre pedal çevirdim. Bir kaç uzun rampa var. İyi form tuttum; çok koymuyor... Kars Kalesi'nin bulunduğu çevre şehrin en hareketli turistik bölgesi... Buralarda bir iki saat takılıp daha sonra -en az iki gün dinlenmek üzere- otele yerleşiyorum.

Kars'daki ilk günümde sabaha karşı kar yağmıştı. Ertesi gün pırıl pırıl güneşli, ancak soğuk bir günün ortasında Ani'ye vardım. Yahnidağ Çok geniş sahası olan Ören yeri, Ermeni hükümdarlıkların başkenti olmuş. Kilise ve diğer eserlerden sonra inşa edilen Türk İslâm yapıtlarını da barındırıyor. Türk tarafında asker görünmezken karşı taraftaki aralıklarla sıralanmış gözetleme kulelerinde Ermenistan askerini görebiliyorum. Aramızda sadece Türk çobanların kenarına kadar gelip büyükbaş sürülerini otlattıkları Arpaçay nehri var...

Hava çok mükemmel... Iğdır 18 C° gösteriyor. Dün Yahnidağ Geçidi'ne vardığımda Ağrı Dağı tüm heyetiyle karşımdaydı. Bugün her çevirdiğim pedalda ona biraz daha yaklaşacağım. Hedefim, yolculuğumun sonunda Tuzluca'ya varıp tuz mağazasını görmek.

Ani Harabeleri öncesinde karşımda beliren bu etkileyici güzellik Kars, Iğdır ve Ağrının Doğubayazıt ilçesinde hiç yanımdan ayrılmadı... Ani'den sonra Digor ve oradan Ermenistan sınırına sıfır yakınlıkta Halıkışla'yı geçerek Tuzluca'ya geldim. Tuz terapi mağarası beklediğimden güzeldi.

Iğdır'da Ören'den dostum olan Emir Şıktaş (şair,yazar,gazeteci) ve Coşkun (Akut Eski Başkanı) ile buluştum. Iğdır'da iyice yakınlaştığım Ağrı Dağı eteğinde, Melekli Köyü İrem Bağları mevkiinde kamp yaptım. Daha önce Ermenistan Erivan yakınlarında bunu yapmıştım. Dolayısıyla turumun en güzel ve en anlamlı gecesi oldu.

Sabah erkenden yola çıkıp -bin metreye yakın bir irtifa kaydederek- Doğubeyazıt'a vardım. Buraya kadar çok zor olmadı. Ama buradan İshakpaşa konağına çıkmak biraz zaman aldı. Güzel şeyler çoğunlukla erişilmesi çaba gerektiren yüksek konumlarda oluyor. İshakpaşa da böyle bir noktada... Eğer bu civarda konaklamak istiyorsanız yüklü bisikletinizle sert yokuşlar çıkmak zorundasınız. Ama merak etmeyin; zirvede müthiş bir güzellikle ödüllendiriliyorsunuz.

Konağı ve Eski Beyazıt Kalesi'ni önüme alıp biraz yüksekte kamp atarak yine bir hayalimi gerçekleştirmiş oldum. Yolculuğun devamında Doğubeyazıt ile vedalaşıp Gürcistan-Mestia tırmanışı kadar uzun olmasa da daha yükseklerde padal çevirerek Tendürek Dağı Geçidi'ni aşacağım.(2.650m) İnişe geçtiğimde bizi, tur hikâyemizin son durağı Van şehri kucaklayacak; Ve umuyorum buradan da güzel şeyler paylaşarak turumuzu noktalayacağız.

Tendürek çıkışı biraz zorlasa da çok keyifli geçti. Hava oldukça iyiydi. Bir zamanlar yoğun terör olaylarının yaşandığı bu bölgede uzun süre yanınızdan araç geçmediğinde biraz ürperdiğimi hissettim.

Geçidin en zirvesinde tabela önünde birkaç fotoğraf çektim. Gidiş yönündeki tabela kar altında kalmış, okunmuyordu. 

İniş için içime bir kaç kat içlik giyip başıma bere taktım. Baf yeterli gelmeyecekti. Çadıran ilçesinde inişe ara verip öğretmen evine yerleştim.

(Konum: 39.135164,43.90132)

Çok güzel bir alışverişle kendime harika yemekler pişirdim. Gürcistan'dan aldığım bir litrelik viskim var. dibine yaklaşmış durumdaydı. Onu da bitirdim.

Ertesi gün inişe devam...
İlk durak Şeytan Köprüsü ve ardından Muradiye Şelalesi... Şelale maaşallah gürül gürül akıyor.
Boyu çok yüksek değil ama geniş ve çok kuvvetli desibel ...

Öğlene kadar şelale bölgesinde yemek ve çay keyfi yaptıktan sonra Van gölü kıyısında yola devam ederek Kumluca yol ayrımından sonra geniş çim alanı olan bir petrol istasyonunda çadırımı kurdum. Norşin Petrol Sahibi Mehmet Bey iftardan sonra koce demlikle çay yaptırdı. Sıcak ortamda sohbet ettik. Yaşadıkları köyün tamamının akraba olduğunu anlattı. Devlete olan bağlılıklarından bahsetti. Arada Kürt oldukları için uğradıkları bazı mağduriyet ve ayrımcılıklara da sitemlerini dinledim.

(Konum: 38.820526,43.409381)

Artık turun son günleri...
Van'da Grand Londra Otel'deyim. İran sınırının yakınlığı ile şehir uzun zamandır turistik gelişimini yükseleterek ileri bir noktaya gelmiş. Çok sayıda otel var. Yüksek sezon olmadığı için fiyatlar makul düzeyde...

Sabah ilk işim daha önceden irtibatlı olduğum Sanat Bisiklet'e giderek boş bisiklet kolisi edinmek oldu. İşyeri sahibi olan arkadaş yoktu, çalışanlarıyla tanışmış oldum.

Otobüs terminali şehir merkezine yakın sayılır. İkinci günümde buradan Tatvan yönüne giden otobüslere binerek Akdamar Adası'nı gezdim. Merkezdeki Van Kalesi, Kedi Evi ve Müze ziyaretlerimle uçağımın kalkış gününe kadar şehrin keyfini çıkardım.

Bir ayın sonunda İzmir uçuşu ile evime ulaştım.





Yorumlar - Yorum Yaz