[ google-site-verification: google096b424537a64561.html googlecb521646d1f4a805.html] google-site-verification: google096b424537a64561.html
  • Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/pkemal?ref=tn_tnmn
Kemalettin Şanlı / GEZİ YORUM > Backpacking > Tours Biking > Trekking                                                                                                             Backpacking - Trekking - Tours Biking       
BİSİKLET TURLARIM

Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.486832.6170
Euro34.601234.7398

Bisikletle ROMA-MAGRİB (İtalya-,Fransa,Monaco,İspanya,Fas,Portekiz) 4.670 km



Bisikletle ROMA'dan-MAGRİB'e
(İtalya-Fransa-Monaco-İspanya-Fas-Portekiz - 4.670 km)



Bu turumda Roma’dan başlayarak Fransa, İspanya üzerinden Cebelitarık Boğazı’na kadar pedal çevirip buradan feribotla Fas’a geçeceğim. Daha sonra Marrakesh ovalarından 2260 metre rakımlı Tizi n'Tichka dağ geçidi beni Sahra Çölü’ne kadar indirecek. Tarifa'dan Lizbon’a kadar pedal basıp Ülkeme geri döneceğim.


İZMİR(Türkiye)-ROMA(talya)
23 Ekim,2015

İzmir’den Pegasus havayolları uçağı ile aktarmasız uçtum. Dakikalarca bandın başını bekledim, uçak altı bagajım gelmedi. Roma Fiumicino Havaalanı’nda spor ekipmanı veya özel taşınan büyük ebatlı eşyalarınızı normal bagaj bandından almıyorsunuz. Bu tür büyük bagajlar hemen yakındaki bir başka bölümde elden teslim ediliyor.

Bagajımın geleceğinden umudumu kesip bandın başından ayrıldım. Zaten benden başka da kimse kalmamıştı. Diğer bölümden bisikletimi teslim aldıktan sonra bagaj kayıp bürosuna giderek kayıt yaptırdım.

Olası bagaj kayıplarına karşı bisikletimi demonte vaziyette çantasına koyarken sökmüş olduğum pedallar ve beraberindeki tüm aparatları, -ayrıca bisikletle ilgili ne varsa- aynı yere koymak gibi bir alışkanlığım vardır. İyi ki bisikletle ilgili tüm edevatlar kendi kolisinin içindeydi. Yani tedbirli olmam işe yaramıştı. Eğer gerekli olan parça veya aletlerden biri-veya birkaç tanesi- kayıp çantamın içinde olsaydı, bu durumda bisikletimi monte edemeyecek dolayısıyla havaleli bir bagaj yüküyle konaklama noktasına gidebilmek için taksi parası vermek zorunda kalacaktım.



ROMA
23Ekim-25Ekim,2015

Fiumicino’dan Via Aurelia yolu üzerindeki Camping Village Roma’ya geldim. Burası havaalanından 25 kilometre, Roma merkezinden ise 6-7 kilometre uzaklıkta… Şehir gezisinde bisiklet kullanmak daha mantıklı… Bu bakımdan bir bisikletli için konaklama yerinin merkezdeki çok katlı binalar yerine şehir kenarındaki düz ayak kampinglerde olmasını tavsiye ederim.

Kaldığım mobil evin wi-fi çekim gücü, konum dezavantajı ile pek kuvvetli değildi. Konaklayacağım yerlerde rezervasyon ve giriş yaparken öncelikle buna dikkat ederdim. Bu defa dikkatimden kaçtı. Sanırım kayıp bagajın akıbetinin ne olacağını kafama taktığımdan olmalı.

Son zamanlarda seyahat sigortası için Sompo Japan şirketini tercih ediyorum. Hem fiyatı avantajlı, hem de sigorta kapsamı çok uygun. Bir de sigorta süresini tek seferde değil, parçalar halinde de kullanabiliyorsunuz. İncelemenizde yarar var. Neyse benim asıl söyleyeceğim şey, sigorta şirketimin kayıp bagajım için 900 euroya kadar ödeme yapacağıydı. Nitekim buna gerek kalmadan ertesi günün akşamında kayıp çantam resepsiyona kadar getirildi.

Roma’yı gezmek için daha fazla zamana ihtiyaç vardır. Ben iki günde -belki bisikletli olmanın avantajı ile- sabahtan akşama kadar girmedik delik bırakmadığımı söyleyebilirim. İlk önce Vatikan’dan başladım. Oradan Kutsal Melek Kalesi (Saint Angelo Castle), Roma Forumu’ndan Colezyum’ a geçtim, Pizza Venezia,Del Popolo,Aşk Çeşmesi…Eğer bu tür yerlere ilgi duyuyorsanız kesinlikle planınızdaki Roma’da kalma süreniz daha uzun olmalı. Tekrar gelmeyi düşündüğüm için ben bu kadarını yeterli gördüm.


 Novana Meydanı,Piazza Novana,Roma
                           Novana Meydanı,Roma,İtalya


Macelleria (Kasap),Roma
                         Macelleria(Kasap),Roma,İtalya


İlk günümde havaalanından kamp yerime 30 kilometre ile gelmiştim. İkinci günümde Camping ile şehir içindeki gezilerim birleşince 97 kilometre pedal çevirmiş oldum. Bu benim için iyi bir antrenman başlangıcı sayılır. İşim gereği son turumdan bu yana tam beş aydır ayağım pedala değmemiş. Günde en az 12 saatle başlayan çalışma sürelerim sezon içerisinde 18 saate kadar çıkmıştır. Yılın geriye kalan yedi ayı, bu yüksek tempolu çalışmanın yorgunluğunu hafifleten bir mükafat oluyor. Bu süreye -bugünkü gibi- önce bir sonbahar bisiklet turu koyuyorum. Bu turun dönüşünde -kışın- eşimle birlikte ara seyahatler yapmaya çalışıyoruz. Bunları yine eşimle beraber baharı karşılama gezilerimiz takip ediyor. Ve sonra işe başlama öncesi bir final  bisiklet turu yapıyorum. Bugüne kadar 2008 yılından beri hiç aksatmadan rutin bir şekilde devam ettirdiğim yaşam şeklim bu…Ne güzel bir şey, gençlikte yapamadığım veya yarım bıraktığım hayalleri yaşıyor olmak.

Total Sürüş :97 km


VOLTONE (İtalya)
26 Ekim,2015

Sabah saat 11 gibi kamptan ayrıldım.Roma çıkışım biraz zor oldu. Her büyük şehirde olduğu gibi burada da bisiklet kullanmak kolay değil. Önce evvelki gün geldiğim yolu takip ederek -kullandığım harita (MapsMe) yardımıyla- Fiumicino Havaalanı’nın önünden kuzey yönüne ilerledim. Buradan SS1 kodlu yolu takip ederek Ladispoli’yi geçip Civitavecchia’ya vardım.

Gün boyunca karşıma önemli bir sıkıntı çıkmamıştı. Fakat yolun bir bölümünde asfaltlama ile karşılaşmak gibi bir şanssızlığım oldu. Burada bir süre geliş yönünden devam etmek zorundaydım. Emniyet şeridini kullandığım için çok riskli sayılmazdı. Fakat ne kadar olsa ters yoldan gitmekle trafik kurallarını çiğnemiştim. Başka da çarem yoktu, çünkü kullanmak zorunda olduğum gidiş yönünde devam etsem yol çalışmalarından ötürü bir güzel ziftlenecektim.

Civitavecchia ve çevresinde bol miktarda zeytin ağaçları var…Tarım alanlarında bizim Cunda ve Çeşme tarafında gördüğüm enginar tarlaları çok fazlaydı. Bir de en çok karşılaşacağınız şey her yaştan onlarca bisikletli guruplar… Bunlarla selamlaşmak bile insanı yoruyor.



 Civitavecchia,İtalya
                                              Civitavecchia,İtalya


Civitavecchia’da şehri gezmek üzere biraz takıldım. Ortalık turist kaynıyor. En az 5-6 tane kocaman kruz gemisinin yanaşık olduğu bir liman ve çevresinde restoranlar, turistik eşyalar satan dükkanlar var. Bunlardan biri İstanbul Kebap… Önünde durup selamlaşmayı düşündüm, ama gördüğüm tiplere göre çalışanlardan hiçbiri bizimkilere benzemiyor gibi geldi. Zaten liman çevresinde işportacılık yapan o kadar çok yabancı uyruklu vardı ki, kendimi güvende hissedemedim.

Öğlen yemeğimi deniz kenarında banklarda yedim. Üzerine uzunca süre dinlenip yola çıktım. Günün 89.ncu kilometresinde Voltone sahillerindeyim. Zeytinlik arasında güzel bir yer bulup çadırımı kurdum. Dışarıda geçirdiğim ilk gecemde rahat bir uyku çektim.

Günlük sürüş 99 km,
Total: 196 km


GROSSETO-MARİNA Di GROSSETO (İtalya)
27 Ekim,2015

Hava oldukça kapalı. E80 yolunun muhtelif kısımlarında bisiklet yasağı ile karşılaştım. Alternatif yollar mevcut. Fonteblanda’dan sonra Maremma Doğal Parkı başlıyor. Haritada yemyeşil görünen bu doğal parkın canlı görünümü de gerçekten yeşil. Hemen kenar paralelinde E80 yolu geçiyor. Ayrıca orman içinden bir de  tren yolu da var. Fontenlanda’dan sonra bu bölgeyi -denizi hiç göremeden- doğal park sınırları içinden Strada Valentina ile geçip Gresseto yakınlarına kadar geldim. Grosseto’ya girerken şiddetli yağmur başladı. Öyle ki, giysilerim tam tekmil yağmura karşı donanımlı olduğu için ıslanmakla ilgili bir sorunum yok. Fakat gözlerimi uzun süreli açık tutamadım.  Kapalı gözlüğümü denedim, olmadı. Aşırı buhar yapıyor. Yani yağmur böylesine şiddetliydi.

Otobüs durağına sığınıp yağmurun biraz olsun hafiflemesini bekledim. Daha sonra Grosseto’nun göbeğindeki surlarla çevrili eski tarihi kent merkezine geldim … Tam birer orta çağ görünümleriyle kilise, saray ve müze binası ile şarap evleri, restoranlar, kafelerden oluşan harika bir atmosferin içindeyim.
Öğrencilerin okullarından çıkış saati, sokaklar cıvıl cıvıl neşeli insanlarla dolu. İnanın, -daha iki hafta önce Ankara Garı’nda patlayan bombalara onlarca can vermiş- ülkemin gülmeyi unutan tüm insanları adına bunu kıskanır gibiydim…



Grosseto,İtalya

                                    Grosseto,İtalya


Grosseto, Tiran Denizi'nden yaklaşık 15 kilometre kadar iç kesimde kalıyor. Lucca ve Bergamo ile birlikte İtalya'daki kalelerini korumayı başaran sayılı kasabalardan biri…. Bu kale duvarları halka açık bir park ve yürüyüş alanı olarak kullanılıyor. Burada takılıp biraz dinlenerek bir yandan da ikindi yemeğimi aradan çıkarmış oldum.


Hava son saatlerde iyice kalmış gibi, ama güneşin kendini gösterebilmesi mümkün değildi. Ben sadece keyifli bir yemekle beraber buranın tadını çıkarıp, çadır kurutma faslı bitene kadar yağmurun izin vermesine razıydım. Önümde bir-bir buçuk saatlik bir zaman kaldı. Hedefim, havayı çok karartmadan şehirden çıkıp kendime uygun bir kamp alanı bulmak. Yönümü kuzeye değil de tam deniz yönüne doğru çevirip şehrin sahili Marina Di Grosseto’ya yöneldim. Dümdüz bir yol. Uzaktan gökyüzüne bakıp denizin oralarda bir yerlerde olduğunu anlamamak mümkün değil. Hele ki benim gibi bir kıyı insanı için…

Hava kararmadan 15 kilometreyi arkamda bırakıp terk edilmiş bir çiftliğe girdim. Halen yağmurun yağmayışı çadırımı açmam için bir fırsattı. Fakat çevredeki uzak çiftliklerden gelen köpek havlamaları kesilene kadar oturup bekledim. Durum sakinlemeli, kamp yapacağım yer içime sinmeliydi. Her defasında denemişimdir. Bu durumlarda köpekler çok uzaklardan bile insanı fark edip havlayarak sahiplerini uyarıyorlar. Bu havlamalara, eğer komşu köpekler de katılırsa durum rahatsızlık verici boyutlara gelebiliyor. Sorun yaşamamak için insanlar tarafından fark edilmeyi istemiyorsanız bir süre hareketsiz kalmalısınız. Eğer hava karanlıksa tepe lambanızı yakmamak daha iyi olur. Nihayet köpekler bir süre sonra mutlaka susacaklardır.

Günlük sürüş 109 km,
Total: 305 km


SAN VİNCENZO (İtalya)
28 Ekim,2015

Dün geceyi yağışsız geçirdim. Keşke bulutlar boşalıp rahatlasaymış. Sabahında gökyüzü kapkaraydı. Yola çıktıktan bir saat kadar sonra yağmur başladı. Gün boyunca da devam edip sürüşümü engelledi. Follonica sahillerini geçtiğimde günümün kırkıncı kilometresindeydim. Yağmur burada biraz olsun  ara verdi. Ama akşama doğru San Vincenzo’yu çıkarken sel sularına tutsak olacağımdan habersizdim.



 San Vincenzo,İtalya
                                             San Vincenzo,İtalya



Toprak iyice doymuş, yağmur suları yolun kenarlarındaki açık kanalları taşırmıştı. Yolda bir yerden sonra araçların ilerlemediğini gördüm. İleride birkaç araç sular altında kalmış. İş makinalarıyla çekmeye çalışıyorlar. Bir de yola devrilmiş kocaman bir ağaç gövdesi vardı. Onu da -çekmeyi kolaylaştırmak için diye düşünüyorum- motorlu el testeresi ile kesiyorlardı. Uzun süre bekledik. Geri dönsem diye de düşünüp bir sürü beyin fırtınası yaşadım. Yol açılsa bile bu yükseklikteki bir suyun içinden bisikletle geçmek zor olacaktı. Baktım, biraz geride gördüğüm bahçe içindeki bina boş. Şöyle bir içeriyi turladım. Sanki eski bir şaraphaneye benziyordu. Bahçenin hemen altında tren yolu vardı. Hiç kimsenin rahatsızlık veremeyeceği güvenli bir yer olarak tam not verdim. Hatta alçak tavanlı, temiz bir ardiye alanı ile bu yerin artısı bile vardı. Hemen yerleştim.

Önce ıslak ve terli giysilerimi değiştirip kurumaya bıraktım. Sonra biraz beyaz peynirle şarabımı alıp bahçedeki çardağın altında banklarda oturup tren yolunuseyrettim. Tepemden salkım salkım üzümler sarkıyordu. Bu mevsime kalmış, belki de hiç toplanmamış üzümlerin tadı çok güzeldi. Fakat fazla yemedim tabi ki, zaten şarap içtiğim için motoru bozmaktan korkmuştum.



 San Vincenzo,İtalya

                                                      San Vincenzo,İtalya


Beslenmeme tüm yolculuklarımda ayrıca özen gösteririm. Neme lazım, ben Hindistan’da bile yaşamadığım felaketi geçen yıllarda bizim Diyarbakır’da yaşamıştım. İki gün sürmüştü…O gün, bugündür bağırsaklarıma karşı hiç hata yapmadım.


Gece bir yağmur, bir yağmur… Aman Allah’ım! Sanki gök delindi …
Çadırıma güveniyordum. Sorun olmazdı gerçi ama, -yine de- üstü açık bir yerde olmadığıma sevindim.

Günlük sürüş 90 km,
Total:395 km


PİSA(İtalya)
29 Ekim,2016

Güne başlarken akşamdan hazırladığım yoğurtlu yulaf ezmesi ile kahvaltımı tamlayarak yola çıktım. Bu menüyü yıllardır kullanırım. Bazen süt veya kefir ile de hazırladığım oluyor. Sabahın ilk saatlerinde Türk usulü kahvaltı yapmak çadır ortamı için kolay değil. Henüz kamp ocağımı bile kullanamadım. Canım tabi ki de sıcak bir şeyler istiyor. Ama şimdilik henüz turumun ilk haftasındayım, birkaç gün sonra yemek pişirmeye başlarım. Bunun için Pisa’ da kamp ocağıma bir kartuş satın almayı düşünüyorum.

Yulaf ezmesi dediğim menünün patenti bana ait, ama tescillemediğim için korkmadan kullanabilirsiniz. Üstelik malzemelerin taşınması çok kolay, ancak burada bulamayacağınız bazı katkıları Türkiye’den getirirseniz rahat edersiniz. Ben yarım litrelik pet şişelerde pekmez ve tahin getirdim. Her turumda fiks olarak taşıdığım diğer malzemeler de şöyle: Küçük parçalara kıyılmış, kuru meyve ve çerezler… Bunlar kayısı, dut, kara üzüm, erik, incir, ceviz, fındık vb. şeylerden oluşuyor. Eğer dilerseniz bir de tarçın bulundurun.

Bizim gibi uzun süreli ve ağır spor yapanlar için karbonhidrat ihtiyacı kaçınılmazdır. Bu sebeple bol lifli yulaf ezmesi ve pekmez, diğer katkılarla beraber günlük beslenmemizde iyi bir yükleme olacaktır. Gün içerisinde de ara gıda ve devamlı olarak su takviyesi yapmalıyız. Bunlar bence uzun bisiklet turlarına çıkacak kadar ufku açık insanların zaten bildiği veya bilmesi gereken şeylerdir.

Yulafı süt, kefir veya yoğurtla akşamdan ıslatıyorum. İçine biraz pekmez ve tahin katıp tatlandırıyorum. Sonra da azar azar çerez ve kuru meyvelerden ilave edip biraz da tarçın serpeledim mi, tamam... Yulaf sabaha kadar yumuşamış oluyor. İsterseniz bunun içine elma, muz, çilek gibi yaş meyveler de ilave edebilirsiniz. Tahin ve pekmeziniz biterse belki yabancı ülkelerde bulma şansınız olmayabilir. Bu durumda bal, fındık ve fıstık ezmesi gibi alternatif gıdalardan yararlanın. Tatlandırıcı kullanılmış olabileceği için hazır reçellerden uzak durmanızı öneririm.

Yeri gelmişken takviye ilaç kullanımından da bahsetmek istiyorum. Bu, vücudun genellikle kendi kendine üretemediği vitamin ve minerallerin takviyesi açısından önemli gördüğüm bir yöntem. Ayrıca bunların içinde bulunan bazı yararlı maddeler kaslarda oluşan laktik asit miktarını düşürür, azalan laktik asit miktarı ile yorgunluğu giderir. Ben sabah kahvaltısının üzerine günlük 1 tablet Pharmaton alıyorum. Kutusunda 30 tablet var. Turumun ilk ve son günlerini eşit olarak boş geçip ortaya denk getirdiğim bir aylık takvimde sadece bir kutu kullanıyorum. Bunu genç yaşlı demeden uzun turlara çıkan herkese önerebilirim.

Günümün 20.nci kilometresinde La California yerleşkesinden geçerken yol tabelasının önünde bir resim çektim. İlginç gelmişti. Acaba Amerika’daki ile bir ilişkisi var mıdır diye düşündüm. Arjantinli bir arkadaşımdan öğrenmiştim Amerika’daki pek çok şehir veya eyalet isimleri İspanyolcadır demişti. Ve hatta Los Angeles (Melekler) aklımda kalan örneklerden biriydi.

Kuzeyimde deniz kenarında kalan liman kenti Livorno’ya girmeyi düşünmüyordum. La California’dan sonra doğruca Cecina ve oradan da Pisa’ya pedalladım. Yol kalitesi çok iyi değildi. Bazen E80 üzerinde yoğun trafikte sürmek zorunda kaldım. Kimi zaman daha az yoğunluklu yolları kullanmayı denedim. Öğleden sonra bir süreliğine yağmur yağdı, fakat öyle çok engelleyici ölçüde değildi.


Bugün biraz daha hızlı sürmek zorundaydım. Önümdeki Pisa’ya kadar olan 80 kilometrelik yolu erken alabilirsem, şehri gezmek için Daha fazla zaman kazanacaktım. Bunu da becerdim. Sabah 08.15 de yola çıkmıştım. Öğleden sonra saat iki gibi Pisa’ya girdim. Bana rahatlıkla yetebilecek en az 3-4 saatlik bir zaman vardı.

Pisa Tıpkı Firenze gibi Dobro Nehri üzerinde kurulmuş. Nehir buradan sonra 12 kilometrelik yolculukla Akdeniz'in Cenova kıyılarına bakan Ligurya Denizi'ne boşalıyor. Şehre en yoğun saatlerde girdiğim için kalabalık turist guruplarıyla karşılaştım. Bisikletle caddelerde yürümek kolay olmadı. Öncelikle köprüden Nehrin karşı tarafına geçerek Sardinya kralı II. Vittorio Emanuele heykelinin bulunduğu meydana gelip uzunca süre takıldım. Burada terli giysilerimi değiştirmem gerekiyordu. Oradan ara sokaklara girip Pisa Kulesi'nin bulunduğu gerçek adı Piazza del Duomo olup Mucizeler Meydanı anlamına gelen Piazza del Miracolide denilen meydana geldim. Bu kadar uzun uzun anlattığıma bakmayın. Sadece anlık tuttuğum notlara dayanarak bu bilgileri yazabiliyorum. Yoksa tüm bunlara ilgi duyup da ezberlemiş birisi değilim. Benim için de Pisa turistik anlamda klasik bir yer! Herkes nasıl ki burayı yamuk kulesiyle biliyorsa, ben de öyle biliyorum.



                      Pisa,İtalya


Meydan, neredeyse bin yaşındaki kulenin eğriliğini tutup düzeltmeye çalışan telaşlı turistlerle dolu. Bunun için en çok çaba harcayanlar özellikle Uzak Asya'dan gelen turistler. Türk olarak biz de bu konuda bayağı emek verenlerdeniz. Zira çevremde Türkçe konuşarak koşturan çok insanla karşılaştım.


Turist danışma bürosu olarak hizmet veren bir mağazadan küçük bir ödeme ile kartpostal satın aldım. Bu sembolik alışverişin karşılığında i-net şifresi edindim. Roma’dan çıktığım günden beri hiçbir kontak kurmadığım eşimle telefon görüşmesi yaptım. Her şey yolundaydı. Uzun turlarda insanın kendi başına gelebilecek olumsuzluklardan fazla, geride bıraktığı insanları merak etmesi sorumluluktan gelen bir şey… Tabi ki, Türkiye’dekiler de turda olanlar için aynı şeyleri yaşıyorlar. İşte bu da insan oğlunun doğasında var olan -belki de onu insan yapan- bir olgu.

Pisa’da bizim milyonculara benzer konsepte çalışan, -Çin Pazarı dedikleri- bir mağazadan kamp ocağıma iki tane kartuş satın aldım. Tepe lambam iflas etmişti, onu da yeniledim. Ayrıca sıkı bir market alışverişi yaptım. Bu gece çadırımda ateşim yanacak, uzun zamandan sonra sıcak bir yemek pişirecektim.

Günlük sürüş 99 km,
Total: 494 km


LA SPEZİA(İtalya)
30 Ekim,2015

Pisa’dan Viereggio sahiline kadar geldim. Keyifli bir sürüştü diyebilirim, ama fazlasıyla şehir içi olduğundan fazla yol alamıyordum. Zorunlu bisiklet yolları, bazen trafik lambaları, kanallar üzerinde dar köprü geçişleri hızlı gitmeme engeldi. Buradan sonra SS1 yolundan devam ettim. Paralelinde daha yoğun olan ve bazen bisikletler için giriş yasağı tabelaları ile karşılaşmanın mümkün olduğu E80 yolu devam ediyordu. Bir de kuzeyden güneye A12-A13 otoyolları vardı.

Massa kasabasından geçerken yolların neşesi arttı. Yol kenarında hayat kadınları ile karşılaştım. İçlerinde travestiler de var. Geçen otomobillerdeki potansiyel müşterilerine tahrik edici en seksi şovlarını sergiliyorlar.

Bir şarap evinde açık şarap denedim. Siyah ev yapımı bir şişe bira satın alarak çıktım. Yoğun bir akışkanlığı vardı.

La Spezia’ya geldiğimde -girişte bir şeye benzetemediğim- harika bir kentle karşılaştım. Limandaki yatlar oldukça lükstü… Mahalle aralarında rengarenk boyanmış evler pencerelerinde asılı çamaşırlarla İtalya’da olduğumu hatırlatıyordu. Şehri keyifle baştan sona geçtim. Haritama hiç iyi bakmamışım. Çıkışta rampalar başlamasın mı? Öyle kolay tırmanılır cinsten değil. Git, git şehirden çıkamadım bir türlü… Hava kararmış, ben halen mahalle arası yokuş çıkmaya çalışıyordum.

Tepelerin birinde yamaçtaki birkaç ev, yolun hemen karşısında otomobillerini park edebilmek için beton bir düzlük oluşturmuşlar. Betonun bir tarafı ağaçlık, ama uçuruma bakıyor. Daracık bir toprak alan var. Mahallenin göbeğindeyim. Yukarımdaki bütün evlerin balkonundan, penceresinden ayna gibi görünüyorum. Hiç aldırmadan çadırımı buraya kuruverdim. Bu arada aracını park etmeye gelen bir çift ile konuşmaya çalışarak sakıncası olup olmadığını sordum. Ne de olsa mahalle sakiniydiler. Olumsuz bir tepki olmamıştı. İyi geceler dileyerek ayrıldılar.

Gece birkaç kez dışarıyı gözledim, çevremdeki evlerin balkonlarına çıkan insan olmadı. Hava soğuktu çünkü. Sadece ilk saatlerde en yakın evin balkonunda uzun uzun havlayan bir fino köpeğinin hırçınlığı oldu. Sahibesi içeriye alınca bu küçük yaratığın da sesi duyulmaz kesilmişti.

Günlük sürüş 91 km,
Total: 585 km


CHİAVARİ(İtalya)
31Ekim,2015

Dün gece çadırımda haritamı iyice inceleyip La Spezia’dan çıkışın kolay olmayacağını öğrendim . Deniz tarafında Cinque Terre milli parkı vardı. Sarp kayalıklar ve yol vermeyen ağaçlarla örtülü bu bölgenin hemen sırtından tırmanacaktım. Açıkçası kıçım terleyecekti.

Sabah erkenden çıktım. Biraz çiğ yağdığı için çadırım ıslaktı. Olduğu gibi torbaladım. Islak çadırı sabahın köründe kurutmak için uzun süre beklemeyip, yolda kurutuyordum. Tırmanışlar sonrası yol beni çok alçaklara indirmeden güneşi görebileceğim açıklıkta bir düzlük buldum. Kullanılmayan bir asma köprünün çevresi piknik alanı olarak düzenlenmiş, fakat mevsim sonu olduğu için hiç kimseler olmadığı bir yerde mola verdim.  

Yolun devamı ormanlık içinde sürüp gitti. Bir süre sonra tırmanışlar düzlüğe dönüştü. Zaten bulunduğum tepenin zirvesinde birkaç tane baz istasyonu vardı. Bu istasyonları gördüğünüzde en yükseğe gelmiş olduğunuza kanaat getirebilirsiniz. Ne var ki, ben zirveye tırmandığım zaman hemen yokuş aşağıya inmeyi istemem. Uzunca bir süre tepelerdeki düzlük yolarda ne kadar gidebilirseniz, o kadar kar etmiş olursunuz.

Bazen dümdüz, bazen alçak iniş çıkışlarla bir süre zirvelerde devam ettim. Bu arada günlerden cumartesi, yani hafta sonu olduğu için kalabalık motorcu guruplar ve bisikletçilerle karşılaştım. Bir yerleşim alanından geçerken evlerin birinden su istedim. Yaşlı amca suyumu doldurup verirken sanki İtalyanca biliyormuşum gibi kendi dilinden bir şeyler söylüyor. Eliyle yolu gösterince, nereye gittiğimi sorduğunu anladım. “Cenova’ya gidiyorum”dedim.

Amca’dan ayrıldıktan sonra hemen inişler başladı. Sestri Levante sahillerine kadar süzüldüm. Cenova’ya daha en az 50 kilometre yolum vardı. Sestri’den sonra bir on kilometre kadar daha pedallayıp geldiğim Chiavari’de alışverişimi yaptım. Artık günün son saatleriydi. Neredeyse 70 kilometrelik dağlık bir yoldan gelmişim. Turumun ilk karşılaştığım zorlu rampalarıydı. Fiziğim fena sayılmazdı. İyi sınav verdi. Maaşallah hiç bir zorlanma yok.

Chiavari, rengarenk evlerin çevrelediği şirin bir yer… Bizim Antalya’nın Kalkan’ı gibi çukurda, ama daha küçüğü bir belde…Buradan çıkmak da bir bisikletçi için “ölüm” cinsinden bir şey… Allah’dan -kısa çıkış ve inişler olduğundan- dayanılıyor. Bir de insana yorgunluk unutturan bir şey var, her tepeden sonra başka bir güzelliğe inmek.

Bu gece denize nazır bir noktadayım. Çıktığım tepelerden birinden inerken küçük kilise bahçesinde çulumu serdim. Aşağıda nefis bir deniz manzarası var.

Günlük sürüş 81 km,
Total:666 km


GENOVA(İtalya)
01 Kasım,2015

Günlerden Pazar. Türkiye’de milletvekili seçimleri var. Sonuçları merak ediyorum. Akşama Cenova’da WS (Warmshowers)’dan tanıdığım bir eve misafir olacağım için belki televizyon veya internet aracılığı ile haber alma imkanım olacak.

Geçtiğim kıyı beldelerinde yapılar hep korunmuş. Taş binaların dışındaki tarihi olmayan bütün sıvalı binalar canlı renklere boyanmış. Caddeler genellikle küçük granit taşlarla döşeli… Kafelerde -sezon sonu olduğundan diye düşünüyorum- çoğunluğu orta yaşın üzerinde insanlar oturuyorlar.

Kamp yaptığım noktadan Cenova’ya gelmem tam tamına 45 kilometre sürdü. Önce girişteki caddeler üzerinde karşılaştığım yüksek mermer sütunları resimledim. Caddeler öğlen saatleri olduğu için çoğunluğu genç öğrencilerin oluşturduğu insan kalabalığı ile çok hareketliydi. Bir yandan trafik de oldukça yoğun, hareket edilemez duruma geldi.

Her şehirde tüm yolların çıktığı büyük bir meydan vardır ya, işte hedefim olan o noktaya, Ferrari Meydanı’na geldim. Fıskiyelerden fışkıran pembe sularının göz dinlendirici dansını izleyen yüzlerce insan bu meydana canlılık katıyor. Bunlardan biri de ben oluyorum.

Akşama doğru Elisa ile ev arkadaşının çalıştığı kafede buluşacağım için oraya yakın olan San Lorenzo Katedrali’ne geldim. Günümü burada sonlandırıp bu saate kadar şehirde gördüklerimle yetinecektim. Elisa hastanede sağlık görevlisi olarak staj yapan bir öğrenci. Erkek arkadaşı Lorenzo ise buluşacağımız kafede çalışıyor. O da bir öğrenci.…

Elisa ile buluşup bir kilometre kadar yürüyerek Castelletto semtinde bir apartmana geldik. Bisikletimi kendi dairelerine ait boş garaja bırakıp, ikici kattaki daireye çıktık. Bir saat kadar sonra Lorenzo da geldi. Basit bir yemek hazırladık. Makarna, üzerine rendelenmiş peynir. Yanında da Elisa'nın bıçak kullanmadan- elleriyle küçük parçalara ayırarak yaptığı marul ve domates salatası…Yanında soda ve su içtik. Misafir umduğunu değil bulduğunu yermiş.

Gençlerle gece boyunca yapmayı planladıkları Çin yolculuğu üzerine konuştuk. Daha önce sadece Yunanistan’a kadar gelmişler. Daha önce bir kaç kez Avrupa ve Balkan  ülkelerinde turlayıp gerekli tecrübeyi edinmişler. Özellikle Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan ile ilgili bilgiler aldılar. Bildiklerimi, dilimin döndüğü kadar anlatmaya çalıştım. Üçümüz İngilizce konuşuyorduk, ama Lorenzo ile sıkıştığımız yerde Almancamızı devreye soktuk. O da Elisa’ya çevirdi. Ben kendilerine birer tane nazar boncuğu baskılı bandana hediye ederken, onlar da bana kulakları kapatan modelde kilim desenli bir bere hediye ettiler.

Sabah Elisa ile görüşemeyeceğim için geceden vedalaştık. Evden çok erken saatte çıkıyormuş. O gün uyumadan önce bir süre oturup  i-net ortamından Türkiye’deki seçim sonuçlarını takip ettim.

Günlük sürüş 76 km,
Total : 742 km


ANDORA(İtalya)
02 kasım,2015

Sabah Lorenzo’dan önce kalkıp eşyalarımı toparlamıştım. O da 09.00’da evden çıkacaktı.Biraz zamanı kısıtlı olmasına rağmen kahve yaptı. Masada birkaç tane soğuk kruvasan vardı. Karnımı doyurmak gibi bir derdim olmadığı için sadece bir tas kahve ile bir tane çörek yedim.

Mahalle arasından beş on metrelik bir sürüşle geldiğim ana cadde beni sahile indirdi. Cenova kordonunda insanlar sabah sporuna çıkmışlar. Hava daha bu saatte muhteşem. Pırıl pırıl güneşli bir günün ilk kilometrelerini deniz kıyısında, bisiklet yolunda pedalladım. Bir süre, deniz ile tren yolu paralelinde devam ettim. Yamaçlarda karşılaştığım hafif rampaların dışında bir zorluk yaşamadan şehir sınırlarını arkamda bıraktım.

Savona’ya yaklaşırken iki bisikletli genç yaklaşıp durdurdu. Dün bir ara beni Cenova içinde  gördüklerini anlattılar. İtalyan gençler Emilia Romagna bölgesinden beraberce yola çıkmışlar, Fransa üzerinden İspanya'ya geçip sonra kuzeydeki, kutsal katolik şehri Santiago’ya varacaklar.

Öyle herkesin kolaylıkla kaynaşıp uzun süre yola beraber devam etmeleri kolay bir olasılık değil. Çok kafa dengi olunursa belki… Gençlerle bugünkü beraberliğimiz akşama kadar sürdü. Savona’dan sonra Andora sahiline kadar gelmiştik. Çadır kurabilmek için şehir merkezinden çıkmamız gerektiğini düşünürken onlarda böyle bir telaşe göremedim. Bel ki de kendi ülkelerinde olmanın rahatlığı idi… Giacomo cep telefonundan bir karavan parkı buldu. Park evlerin arasında beton zeminli bir alanda düzenlenmiş. Çevresi yüksekçe duvarla çevrili. Sezon geçmiş olduğu için sadece bir tane İsviçre plakalı karavan var. İşletmeciyi sorduk. Karavanda kalan yaşlı çiftler belli ki bir hayli zamandır buradalar. Adamın evinde olduğunu ve birazdan geleceğini söylediler.

Parkın işletmecisi geldi. Adam elektrik verme şansının olmadığını söyledi. Bizim de öyle bir ısrarımız zaten yoktu. Ücret talep etmeden kalmamıza izin verip ayrıldı. Zemin, beton olduğu için gençlerin kullandığı ortak çadır burada kurulmaya müsait değildi. Onlar uyku tulumlarına girip yatmaya karar verdiler. Ben çadırımı kazık çakmadan kurup, yattım.

Günlük sürüş 113 km,
TOTAL:855


SANREMO-MORTOLA INFERIORE (İtalya-Fransa Sınırı)
3 Kasım,2015

Sabah yine sütle ıslatılmış, -kuru meyve takviyeli- yulaf ezmeli rutin kahvaltımı yaptım. Gençler kahvaltısız çıkmışlar. Kordon boyundaki bir bisikletçi kafesine girdik. İçerisi sadece bisiklet temalı dizayn edilmiş. Duvarda eski İtalyan bisikletçilerinin resimleri var. Sadece bir kahve içtim, Giacomo ve Alessandro kahvelerinin yanında çörek yediler. Ben tuvaleti kullanırken gençler hesabı kapatmışlar.


 Andora,İtalya

                                         Andora,İtalya


Gurup halinde olmamızdan memnunum. Rota ile ilgili artık çaba göstermiyordum. Giacomo da benim gibi telefonunda MapsMe kullanıyor. Ayrıca İtalya sınırları içinde internet bağlantısı var. Grup liderliğini ona bıraktık. Herkes bir birinden çok memnun...

Bugün içinden geçeceğimiz en önemli şehir, gençliğimden beri buradaki müzik yarışması ile hafızalarımda yer bulmuş Sanremo… Trafik tabelalarının San Remo’ya 25 kilometre kaldığını gösterdiği bir noktada bisiklet yolu başladı. Bir sağ bir sola yönlendirmelerle Sanremo’yu en az on kilometre çıkana kadar devam etti. Bazen motorlu araçlarla birlikte kullanılan, bazen de sadece bisiklet, paten ve yürüyüş yolu olarak tahsis edilmiş tünellerden geçtik. İşte buralarda gördüklerimi ülkemdeki bisiklet kullananlar -veya isteyip de kullanamayanlar- adına çok kıskandım. Çok paralar harcanmadan basitçe yapılabilecek şeyler; Yeter ki insanlarda bunları akıl ve talep edecek mantalite olsun, diye düşündüm. Balki de bizde bunları yapabilecek akıl ve mentalite var, ama maalesef yönetim saflarında yer bulmuş olanların gözlerinde önceliksiz bir gereklilikten öteye gitmiyor. Sanırım biraz daha sesli talepte bulunmalıyız.

Tünelde bisiklet yolunun çizgilerini pembe renkte çizmişler. İçerisinin aydınlatmasında da pembeye yakın bir ton hakim. Yanımızdan patenle veya yürüyerek geçenlerin dışında tekerlekli sandalyeleri ile spor yapan engellileri de görünce bu insanlar adına çok duygulandım. Her biri kendini bizlerle beraber eşit koşullarda görebilecek öz güvene sahipti… Bu renkli tünelin hatırasına beraberce resim ve videolar çektik.


 San Remo,İtalya
                                                       Sanremo,İtalya


Sanremo şehrini sahil boyunca geçerek gördüklerimizle yetinmek zorundaydık. Gençler oldukça pahalı bir şehir olduğunu anlattılar. Şehir merkezinde bizi etkileyecek fazla bir unsur yoktu. Çok lüks teknelerin bağlı olduğu bir marinada banklarda oturduk. Yağmur başlayınca bir başka park alanına geçip sembolik bir köprü altında yemeklerimizi yedik. Şansımıza, bu alanda free wifi bağlantısı vardı. Avrupa’da pek çok şehir meydanları, parklar, alışveriş merkezleri gibi noktalarda ücretsiz bağlantı hizmetleri bulmak mümkün.

Yolda Giacomo bir ara arkamızda kaldı. Baktık, heybelerinde -sanki kaybetmiş olduğu- bir şeyleri arıyor. Meğerse yemek yediğimiz yerde bıçağını unutmuş. Giacomo’nun tüm ekipmanı çok kaliteli. Üzerindeki giysilerden, bisikletin aksesuarlarına kadar, matı, uyku tulumu her şeyin en iyisini en pahalısını satın almış. Bisikleti Surly Long Haul Trucker marka… Kayıp çakının değeri 210 Euroluk çok fonksiyonlu İsviçre çakısı. Ondan vazgeçmeye pek niyeti yok. Acaba bizden sonra birilerinin eline mi geçti, unutulduğu yerde duruyor mu,bilmiyoruz. Yağmura rağmen on kilometre yolu geri gitmesi gerekiyor.

Giacomo'yu çakısını bulmaya gönderdikten sonra kendisini beklemek üzere otobüs durağında otostop çeken bir Alman genç ile muhabbete başladık. İtalya’ya Uluslararası Gönüllü Çalışma Kampları projesiyle gelmiş. Zeytin tarımı ile ilgili olduğunu anlattı. Bir teneke yağ hediye etmişler. Buradan Monaco’daki bir arkadaşına gitmek üzere otostop yapıyor. Yağmur şiddetlenince şehir trafiğinde bir tıkanıklık, bir yoğunlaşma başladı. Otostop çektiği araçlar durmak isteseler bile ne bulunduğumuz nokta ne de hava durumu buna müsait değil. Benim önerimle daha gerilerde uygun bir yere gitti. Biz de Alessandro ile tentelerin altına sığınarak mağazaların vitrinlerine bakındık.

Giacomo tahmin edilen sürede geri dönmemişti.Telefonla haberleştik. Çakıyı yemek yediğimiz köprünün altında bulamamış. Marinadaki banklara da bakmak istiyor. Biz de -yağmur biraz olsun ara vermişken- yavaş tempo ile devam edip, onunla yolda buluşmayı teklif ettik. Fransa sınırına yakınlaşırken bize yetişti. Fakat çakıyı bulamamış. Bayağı sıkı tempo ile geldiği için yorgundu. Zaten günün son saatlerindeydik. Mortola tepesindeki ağaçlık alana yerleştik.

Aşağısı öyle bir uçurum ki, Mortola Inferiore hemen altımızda kaldı. Bir tek bina bile göremiyoruz. Buna mukabil karşımızda sınırın öte yanındaki Menton şehrinin lambaları göz kırpıyordu. Geç saatlere kadar çadırlarımıza girmeden dışarıda kamp yaptık.

Günlük sürüş 80 km,
Total : 935


FRANSA GİRİŞİ



MONACO(Monaco)-NİCE(Fransa)

4 Kasım,2015

Bu sabah yine biraz geç toparlandık. Bunun sebebi çadırlarımızın kurumasını beklemek. Ben nemli veya ıslak çadırımı sabahın köründe kurutmak yerine naylon torbaya koyup öğlen molalarında kurutuyordum. Onlar ise önce çadırları kurumaya bırakıp sonra eşyaları çantalara yerleştiriyorlar. Ardından uzun kahvaltı faslı ile kurumanın bitmesini bekliyorlar. Sabah zaten her yer nemli, güneş yok, soğuk henüz kırılmamış… Dolayısıyla bu iş gereğinden fazla zaman kaybettiriyor. Bakalım, arkadaşlara kendi taktiğimi ne zaman kabul ettirebileceğim?

Sınır hemen aşağıdaymış, bir buçuk kilometrelik virajlardan sonra girdiğimiz tünel çıkışında Fransa topraklarındaydık. Kocaman meydan ve burada bulunmaları sembolik bir eylem gibi görünen üç kişilik bir jandarma ekibi ile karşılaştık. Kimseye baktıkları yoktu.Bizden başka tünelden çıkıp devam eden başka bisikletliler ile karşılaştık. Ne güzel iki ülkenin insanları birbirlerinin topraklarına sorgusuz sualsiz girip çıkabiliyorlar. Hemen her gün yaşadıkları bu sıradan olay benim için tabi ki çok özel bir durumdu. Bunu “Fransa” yazan tabelanın önünde resimleyerek anılaştırdık.


 Menton (İtalya-Fransa Sınırı),Fransa
                                         Menton,(İtalya-Fransa Sınırı),Fransa


Menton, hemen birkaç kilometre sonra vardığımız ilk Fransız sahil kasabası oldu. Küçük, sevimli bir sahil yerleşimi. Henüz öğlen olmamış, ama insanlar açık alanlarda kafeleri doldurmuş. Vitamin bar tarzı bir mekanda ayak üstü meyve sularımızı içerken, bahaneyle elektronik aletlerimizi şarj etmek üzere prizlere taktık. Biraz çarşıyı dolaşıp öğlen üzeri yolumuza koyulduk.


MONACO

Yirmi kilometre sonra pek çok tünelden geçip Monaco’ya girdik. Ne de olsa burası bir başka ülke (Prenslik) statüsündeydi. Ülke tabelasının önünde durup resim çekmemiz için trafik pek izin vermeyecek gibi görünüyordu. Biz de kontrol noktasında bekleyen polislerden izin alıp kaldırım üzerine çıkarak bunu yapabildik.

Monaco'nun bir uçtan diğer ucuna kadar olan deniz sahili uzunluğu ancak 3-4 kilometre kadar. Tabi ki, baştan başa öyle direkt geçmek isterseniz, kolay değil. Çok sık yüksek binalar yapılmış. Bu binalara göre yetersiz kalan caddeler hem plansızlık, hem de yoğunluk sebebiyle kolay geçit vermiyor. Ülkeye yeni alanlar açmak için uygulanmış ve beklemekte olan denizi beton ile doldurma projeleri varmış. Bence Monaco, sembolik olmaktan öteye gitmeyecek anlamsız bir yer. Dünyanın en küçük ülkesi olan Vatikan’ın var olma sebebi aşikar, ama Monaco nedir, nedendir? Kafam basmıyor. Elbette buna karar veren güçlerin kendi kafalarında bir sebebi vardır.


 Monaco,Fransa
                                     Monaco,Fransa



Monaco’ya girmek kolay oldu olmasına da, çıkarken rampalara sardık. Yukarılara çıktıkça da zenginlik aşağılarda kalıyor. Otomobillerin marka ve modelleri bile değişti. Bizi ilgilendiren fahiş yemek fiyatlarının değişmesiydi. Yol kenarındaki seyyar ızgaracılardan ekmek arası et yemek niyetindeydik. Kocaman francala ekmeğin içinde acı biber salçalı tavuk parçalarını doldurtup ayak üstü yedik. Ekmeğin içini aldırınca sanki doymayacakmışım gibi gelmişti, ama iyi doyurdu. Yanlış  hatırlamıyorsam -kişi başına- 6 € falan ödedik. Evet şimdi kesin hatırladım.Üstünü kağıt para alabilmek düşüncesiyle, ödeme yaparken ayrıca 1 € demir para vermiştim. 


NİCE(Nis)

Monaco’dan sonraki durağımız Nice kenti oldu. Büyük şehirler arasındaki mesafeler yakın olduğu için aynı gün içerisinde yaşadığımız heyecan hiç sönmüyor. Aynı günün içinde sabah Fransa’ya girdik, ardından Monaco ve şimdi de Nice’deyiz. Henüz 40 kilometre pedal çevirmişiz. Önce kent merkezine girip Nis Kathedrali’ne geldik. Oradan Garibaldi Meydanı’na geçtik. Burada kurulu bir pazar yerine rastlayıp, biraz meyve yedik. Bol bol resim çektik. Aslında bana kalsa belki daha çok fazla yeri gezebilirdik. Fakat arkadaşlara, -bana olduğu kadar- ilginç gelmediği için öyle çok fazla yer görmek gibi bir aksiyon yaşayamıyoruz. Hatta resim çekmek için bile fazla istekli görünmüyorlar.

Merkez, denizden birkaç kilometre içeride. Buradan sahil kordonuna pedalladık. Kilometrelercekumsal... İnsanlar tam da “Ana-baba günü” söylemine uygun, kalabalık. Spor yapanlar, yürüyenler,bisiklete binenler… Burada saatlerce oturup insan profillerini seyretmek ne keyiflidir, değil mi? Biz de öyle yaptık. Zaman nasıl geçmiş anlayamamışız. Artık güneşin ısıtma gücü iyice düşünce üşüdüğümüzü hissedip kısa kolluların üzerine uzun kollularımızı giyip yola koyulduk.

Trafiğe girmeden kordondaki bisiklet yolunda pedalladık. Şehrin batı sınırını oluşturan Le Var Nehri’ni geçtikten sonra iç kesimlere yöneldik. Giacomo’nun rehberliğinde ücretli bir kamp tesisinde konaklayacaktık. Kapısına kadar bir hayli yol geldik. Sezon sonu olduğu için kapalıydı. Böyle yerlere gelmeden önce rezervasyon yapmak en güzeli…Adamlar müşteri olmadığı için çekip gitmiş olabilirler. Bilmiyoruz ki!

Şehrin merkezinden iyice uzaklaşmış, yerleşim bölgesinin dışlarına çıkmışız. Bağın bahçenin içinde, tek tük evlerin olduğu bir yerdeyiz. Ne ara bu kadar yol yaptık da şehirden bu kadar çıktık, anlayamadım. Neyse ki, gözümüze kestirdiğimiz bir yeşilliği kendimize uygun bulup durduk. Gençlerden Giacomo biraz Fransızca çakıyor…Amacımız mülk sahiplerinden izin alarak sınırları içinde kalan çayırda çadırlarımızı kurmak. Yaşlı amca önce olmaz, dedi. Sonra karısına sormak için izin isteyip eve girdi. Kısa sürede eşiyle birlikte döndüler. Kadının gösterdiği kalpten samimiyet, adamın biraz önceye kadar yarattığı tüm kuşkularımızı anında yok etmişti. İstediğimiz yere çadır kurabilirdik. Hatta evlerinin dış merdivenlerinden çıkılan ikinci kattaki balkonlarında kalmamıızı bile teklif etti. Ne de olsa kapalı alan olduğu için olası yağmur ve soğuğa karşı daha uygun olacağını söylüyordu. Biz birbirimize bakıp rahatsızlık vermemek adına bunu reddettik. Bahçe bize yeterdi.

Gördük ki, annelik başka bir şey. Tabi ki önce insanlık başka bir şey, demeliyim. Kadın bizimle çocukları ve hatta torunları arasında bir empati kurdu. Onlarında bizimkine benzer maceraları olduğundan bahsedip yaşadıkları bir sürü hayat hikayesi anlattı.  Dakikalarca ayak üstü konuşmaya çalıştık. Yabancı dil olarak sadece Giacomo’nun Fransızcası ve ev sahiplerinin İtalyancası sayesinde anlaşıyorduk. Buralarda pek çok Fransızın İtalyan kökenli olduğunu veya en azından İtalyanlarla geçmişte iç içe yaşadıklarını öğrendim. Artık üşüdüğümüzü hisseder durumdayken kadın ve kocası evlerine girip bizi kendi halimize bıraktı. Bizler de bir an önce çadırlarımıza girdik.

Bu gece ortak yemek pişirmeye zaman bile kalmamıştı. Ben gündüzden aldığım bir kutu bira ve fıstıkla uzun süre takıldım. Bir yanımız dağlık olduğu için güneş erkenden çekilmiş ve ortalık buz gibi olmuştu. Bir tane bira kaslarımı öyle gevşetti ki, tulumun içinde sıcağın da etkisiyle mayışıp uykuya dalmışım.

Günlük sürüş 70 km,
Total: 1005 km


CANNES (Fransa)
5 Kasım,2015

Gençlerle birlikte olduğumdan bu yana, tek başıma pedalladığım günler kadar uzun yol yapamıyorum. Fakat memnunum. En azından çok laubali olacak kadar ortak lisana hakim değiliz. Gereksiz şeyler konuşmuyoruz. Bisiklet ve kamp üzerine deneyimleri mükemmel. Paylaşımları da güzel. Her akşam katılmasam da çoğu kez birlikte yemek pişiriyoruz. İki arkadaş kendi aralarında konuştukları düşünceleri benimle paylaşıyorlar ve ortak karar alıyoruz. Çoğu zaman yemek veya konaklama konusundaki önerilerim kabul görüyor. Fakat, yola erken çıkmak konusunda sözümü geçiremiyorum. Ne kadar erken kalmayı kararlaştırsak yine de çadır toplarken sallanıyoruz. Kahvaltı keyifleri uzun sürüyor, hemen yola çıkmayı bir türlü başaramıyoruz.

Bugün de her zamanki gibi geç saatlerde yola çıkabildik. Fransız Teyze birer kahve ikram edip ellerimize kek sıkıştırdı. Ayak üstü muhabbetle çaylarımızı içtik. Konu ikinci dünya savaşı ve buralarda yaşayan İtalyan halkının yaşadıklarına kadar derinleşmişti. Tabi İtalyanca ile Fransızca karışımı konuşuyorlar, ben anlamıyorum. Arada Giacomo İngilizce çevirisi ile bir şeyler anlatmaya çalıştı. Her şeyi tam anlamamış olsam da, “Hı!” diyerek geçiştirdim.

Bir an önce yola çıkmalıydık. Cannes ile Nis arası 35 kilometre. Haritaya baktığımızda tam ortalarda çam ağaçları ve fıstığı ile tanınan Antibes sahil kenti vardı. Gelirken yolumuzun üzerindeki bu tarihi kenti dolaştık. Etrafı surlarla çevrili şirin bir yer. İtalya gibi Fransa’da da pek çok orta çağ kasabaları ile karşılaşacağımızı sanıyorum. Antibes’de fazla oyalanmadan devam edip öğleden sonra Cannes’e girdik. Burada Koreli bir bisiklet gezgini gençle tanıştık. Cannes sahillerinde dört kişi ile biraz pedalladıktan sonra hep birlikte kumsalda yemek yedik.



 Cannes,Fransa
                                                      Cannes,Fransa


Koreli arkadaşımız bu gece otelde kalacakmış, rezervasyon yaptırmış. Biz de -çoktandır çadırda yaşamanın bıkkınlığından olmalı- ani bir uzlaşma ile otelde konaklamayı kararlaştırdık. Ben üç gündür, Giacomo ve Alessandro ise bir haftadır çadırdalar. Artık temizlik ve dinlenme zamanı geldi, diye düşündük. Şöyle mutfaklı güzel bir yer kıstırabilsek, 20 şer Euro vermeye razıydık. Bu rakamlarda hayal ettiğimiz yeri bulmak aslında biraz hayal gibi… Üstelik Fransa gibi bir ülkede ve Cannes’dayız. Ama Allah’dan başka bir şey isteseymişiz. Öyle harika yer bulduk ki, orman girişinde çam ağaçları arasındaki otelin üçüncü katında balkonlu bir kocaman oda… Giriş tarafı tam duvar boyu açık mutfak ve dört kişilik masa ile sandalyeleri var. Şehir merkezinden uzakta ve de düşük sezon olması nedeniyle fiyat çok uygun, üç kişi 55 €…


Aslında ben daha önce CouchSurfing’den Cannes’da misafir edecek bisikletli bir çift bulmuştum. Burada yaşayan iki alman genç beni evlerinde misafir edeceklerdi. Fakat artık yalnız değilim. Artık gençlerle beraber yola devam ediyorduk. Bu durumu mail ile kendilerine bildirdim, ama Katje evlerinin üç kişiyi misafir etmeye uygun olmadığını belirten kibar bir cevap yazdı…

Grup arkadaşları ile beraber bir hotel odasında konaklama yaparken bazı önemsediğim davranış kurallarım vardır. Kimi zaman bu konuda hayal kırıklığı yaşadığım olmuş, genellikle idare etmeye çalışmışımdır. Bu arkadaşların ortak oda kullanımındaki davranışlarını olumlu bulduğumu söyleyebilirim. Zaten benim beklentilerim olması gerekenin dışında bir şeyler değil. Mesela, otelde çantalarımızı bisikletlerimizden sökerken odaya çıkmak için herkesin işinin bitmesi beklenmeli. Bisikletler beraberce kilitlenmeli, güvenliğinden emin olunmalı. Asansörde birbirimize yardım etmeliyiz. Odaya yerleşirken hemen banyoyu kapayım, yatağın güzelini ben beğeneyim gibi bir davranış olmamalı. Banyo kullanımı da çok uzun sürecek ise, daha kısa sürede işini görecek arkadaşa teklifte bulunup öncelik verilmeli. Çamaşır yıkama işi, herkesin banyo işi tamamlandıktan sonra yapılmalı. Bir sonraki arkadaşımıza temiz bir banyo bırakmalıyız. Yani bunun gibi basit, ama insanca şeyler ve de bunların bütününde sabır, özveri, saygı ve sevgi çok önemli…




                                                     Cannes,Fransa


Yemeğimizi Giacomo pişirdi. Kolay bir menü tercih ettik. İtalyanların olduğu yerde spagetti yenmez mi? Üzerine sarımsaklı domates sosu döküp, zencefil ve bol parmesan peyniri rendeledik. Bu peynirin yoğunluğu çok yüksek. 16 litre sütten 1 kg peynir çıkıyormuş. Bu arada Alessandro’nun aile mesleğinin süt ürünleri imalatı olduğunu hatırlatayım.


Arkadaşlar kocaman bir bira almışlardı, onu beraber içtiler. Ben şarap içtim.

Günlük sürüş 57 km,
Total: 1062 km


SAİNTE MAXİME(Fransa)
6 Kasım,2015

Bisikletlerimizi otelin bodrum katındaki temizlik malzemelerinin koyulduğu bir depoya kilitlemiştik. Dün asansörle odaya çıkardığımız tüm eşyalarımızı bu kez aşağıya indirip bisikletlerimizi düzerek yola çıktık. Saat on buçuk falan, var. Birkaç gündür yaz havası yaşıyoruz. Daha şimdiden ortalık ısınmış. İlk geçtiğimiz yerleşim beldesi, 40 kilometre sonrasında vardığımız Saint-Raphael kasabasıydı. Aqua parkı, pilajlar, liman ve çok sayıda otelleriyle bizdeki tarzda modern beton binaların olduğu bu tatil kasabasından ayrılıp akşama doğru Sainte-Maxime’e vardık.

Gece kampımızı deniz kenarındaki yeşillik bir arazi üzerinde kurduk. Yemekte Fas kökenli kuskus yemeği vardı. İçine bizim eski parmak sucuklarının tadında acılı bol kırmızı biberli salam doğradık. Bu gece çadırda geç saate kadar kitap okuyup Türkiye’den getirdiğim kabak çekirdeklerimi çitledim.

Günlük sürüş 78 km,
Total:1.140 km


La LONDE-les-MAURES (Fransa)
7 Kasım,2015

Sabah uzun zaman ayırmamıza rağmen maalesef çok sisli-puslu hava yüzünden çadırlarımızı kurutamadık. Arkadaşlara bir büyük çöp poşeti verdim. Benim yaptığım gibi ıslak çadırı önce buna koydular, sonra çantalarına yerleştiler. Kısacası “bir musibet bin nasihat” hesabı, benim taktiğime geldiler.

Yolculuğumuz çok keyifli geçiyordu.Bir sahil kasabasından diğerine kesintisiz bisiklet yollarıyla ulaşıyorduk. Büyüklü küçüklü yan yana koyların her biri Fransız Rivieriası’nı oluşturan tatil beldelerinden geçeyorduk.Saint-Tropez bunların en büyük ve tanınmış olanıydı.Gençlerden öğrendim ki, burası çok aşırı pahalı, Fransa’nın en zengin turistik yerlerinden biriymiş. Zaten kendi gözlerimizle de bunu görüp yaşadık.

Marinada daha önce hiç karşılaşmadığım kadar lüks tekneler vardı. Ansiklopedik bilgiler Saint-Tropez’in , 1950'lerde, Brigitte Bardot sayesinde uluslararası üne sahip olduğunu söylüyor. Ve Tanrı Kadını Yarattı filmi burada çekilmiş. 1960 ve 1970'li yıllarda, Louis de Funes'in çevirdiği film serisi Le jandarma kasabanın daha popüler olmasında katkıda bulunmuş. Kentin ortasında bir Pazar yeri ile karşılaştık ve sahile inmeden önce burada biraz takıldık.

Avrupa’da her yerde elmanın fiyatı birkaç cent değişse de bellidir. Büyük marketlerde fiyatların uçuk olduğunu düşünürsek, en pahalı elmanın kilosu 1,5 € diyebiliriz. Burada pazar yerindeki kötü kalitede elmanın 3 Euroluk fiyatı karşısında dudağımız uçukladı.


    Saint-Tropez,Fransa

                              Saint-Tropez,Fransa


Şehrin ara sokaklarında turistik ürünler satan dükkanlar var. Bayağı kalabalık sayıda yabancı turistler dolaşıyor. Biraz gezelim dedik, ama kalabalık olduğu için bisikletle pek kolay olmadı.

Nedense pastane tarzı özel hazırlanmış tatlılar, pastalar, kurabiyeler satan dükkanların sayısı diğerlerine oranla daha fazlaydı. Vitrinleri insanı çekiyor. Ürünlerde görüntü süper, ama fiyatlar uçurtma olmuş, aşırı yükseklerde… Giacomo girip bir şeyler satın alırken bizi de özendirdi. Böylece Flan Tatlısı ile tanışmış oldum. Çok özel bir dükkan olduğunu kabul ediyorum, ama 150-200 gramlık bir dilim tatlıya 6 € ödemek benim için pahalı hovardalıktı.


 Flan Parisien (Flan Tatlısı),Fransa

       Flan Parisien (Flan Tatlısı),Fransa


Bugünkü konaklamamızı, giriş tabelasında “La Londe-les-Maures” yazan küçük bir kasaba merkezinden sonra -gidiş,geliş birer şeritli- bisiklet yolunun üzerindeki ağaçların arasında yaptık. Biraz daha devam etsek, müstakil bisiklet yolu bitecek ve motorlu araç trafiğine çıkacaktık. Akşam vakti bunu yapmak yerine buralarda kalmayı tercih etmek daha mantıklıydı. Sıkı bitki örtüsünün daha içerilere girmemize geçit vermediği bir boşluğa çadır ve bisikletlerimizle sığdırmak kolay olmadı. Maşallah, hemen dibimizden geçen bisiklet trafiği hava kararana kadar sürdü.


 La Londe-les-Maures,Fransa

                                           La Londe-les-Maures,Fransa



Günlük sürüş 76 km,

Total:1.216 km


SAİNT-CYR-SUR-MER (Fransa)
8 Kasım,2015

Günün ilk büyük şehri 40 kilometrelik sürüşle geldiğimiz Toulon. Buraya kadar bizi anayolun kenarından başlayıp bazen sıkı ağaçlıkların içinden bazen de deniz kenarından getiren bir bisiklet yollarını kullandık. Fransa yollarında fazlasıyla sportmen, aktif insanlarla karşılaştık. Deniz kenarlarında yürüyüşlerini yapan insanlar, bisikletçiler, denizde sörf ve en çok da Fly Board yapanlar.

Ayrıca Fransızlar  bize İtalya’da unuttuğumuz selamlaşmayı hatırlattılar.. Karşılaştığımız insanlar asla “Bonjour” demeden geçmiyorlar.

Toulon şehir meydanında trevertenlerinden sular akan çok büyük büyük bir heykelin önüne geldik. Fakat yenileme çalışmaları vardı. Görüntü alırken biraz zorlandık. Günlerden Pazar olduğu için caddeler henüz boştu. Kafeler dün gece iyi iş yapmışlar belli ki, dışarıdaki sandalyeleri dağınık ve kimileri süpürmeden gitmiş, temizliği sabaha bırakmış. Biz de çadırlarımızı henüz açılmamış olan kafelerden birinde sandalyelerin ve masaların üzerine serip kurumaya bıraktık. Göçebeliğimiz insanların bir kısmında ilgi uyandırdığı için her kes kafasını çevirip bakıyor. Bazen merak edenlerle sohbet edip yol hikayemizi anlatıyoruz. Bu arada Fransızların İngilizce konuşmayı kasıtlı olarak reddettikleri hakkında duyduklarımız doğrulanıyor. Sanki karşılarındaki bir Türk veya İtalyan değilmiş veya herkes Fransızca konuşmak zorundaymış gibi aldırmadan kendi dillerini konuşuyorlar. Bunu hepsi çok sıklıkla yapıyor.

Öğleden sonra bir saatlik pedallamanın ardından Sanary’e (Sanary-sur-Mer)’e geldik. Küçük bir koyda, çukurda kalan çok sevimli bir yer. Kasım ortalarına yaklaşan bir günde insanlar güneşin tadını çıkarıyorlar. Biz de bir süre bu sakin koyda dinlenip insanları gözlemledikten sonra büyük bir marketten alışveriş yapıp yolumuza devam ettik. Pazar günü olmasına rağmen açık market bulmamız bizim için şanstı. Gerçi her zaman olduğu gibi hafta sonlarında marketlerin çoğu yerde kapalı olabileceğini bildiğimiz için tedbirli davranıyorduk. Senary sahillini sevdik. Çok sıcak insanlarla karşılaşıp sohbet ettik. Burada tanıdığımız Fransızlar kendileri hakkında bilinen -demin bahsettiğim- “Fransızlar İngilizce konuşmaz” şeklindeki yargıları adeta çürüttüler. Bence bu durum -belki de- bazı bölgelere ve karşılaştığımız insanlara göre değişkenlik gösteriyor olabilir.



 Sanary-sur-Mer,Fransa

                                                     Sanary-sur-Mer,Fransa


Her şey çok güzeldi. Burasını sevmiştik. Fakat, market alışverişi yüklerimizi artırınca pedallarımızı çevirmek iyice zorlaşmıştı. Adeta dev bir çanağın dibinden çıkarcasına zorlu bir rampa tırmandık. Günün finalinde La Ciotat’a 15 kilometre kala kamp alanına yerleştik. Ana yola çok yakındı. Burayı beğenmemiştik, ama hava karardığı için başka bir yer arama şansımız yoktu. Geç saatler kadar araçların gürültüsüne maruz kaldık.


Günlük sürüş 80 km,
Total:1.296 km


MARSİLYA (Fransa)
9 Kasım-11 Kasım,2015
Artık babah yola erken çıkmayı nihayet becerdik. Gerçi yine yola çıkmadan önce çadırları kurutmakta ısrar vardı, ama çam ağaçlarının altında olduğumuz için üzerimize kırağı yağmamıştı. Bu yüzden çok ıslanmamıştık.

Bu, yola geç çıkma olayını kafamda büyütüyor muyum diye bazen kendimi sorguladığım oluyordu. Ben Fas’a devam edecektim, arkadaşlar Santiago’ya gideceklerdi. Benim rotam daha uzun olduğu için biraz oyalanma kaygısı içindeydim. Fakat beraberliğin avantajları da vardı. Kamp yaparken daha korkusuz olabiliyordum. Yemek pişirme ortaklığımız hepimiz için biraz daha iyi beslenmek demekti. Hotellerde tek kişilik oda yerine üç kişilik odada kalmak ucuz konaklama imkanı sağlıyordu. Daha da önemlisi, saygılı ve iyi çocuklardı…



 Canaille Burnu (Cap Canaille),Fransa

                               Canaille Burnu (Cap Canaille),Fransa



On-on beş kilometre sonra La Ciotat’a vardık. Buradan Calanques (Parc National des Calanques) milli park sınırları içinde devam ettik. Bayağı dik kıvrımlarla zirveye yükselen bu yol D141 koduyla Route des Crêtes (Cretes Yolu) adıyla anılıyor. Yolun ilk kilometrelerinde bir poligona rastladık. Burada uzun süre durup aşağıdaki vadide ateşli silahlarla atış yapanları seyrettik. Açık havada patlayan silah sesleri tepelere çarpıp şiddetli bir yansıma yapıyordu.


Hatırı sayılır rampaları bir süre tırmanıp Canaille Burnu (Cap Canaille)’na kadar çıktık. Hemen sol yanımızdaki patikadan seyir noktasına geldik. Bizden başka pek çok ziyaretçi vardı. Şarap üzümleriyle meşhur Cassis kent merkezinin güneydoğusu burnun hemen arkasında panoramik bir manzara sunuyordu. Falezlerde en uçurum noktasına kadar inip resimler çektirirken insanların yüreğinin ağızlarına geldiğini gördüm. Bu yaptığım onlar için belki de bir deli cesaretiydi. Bütün gözlerin üzerimde olması beni rahatsız etmişti. Acele ile o noktadan birkaç poz alıp hemen yukarıya çıktım.

Bir süre hafif iniş çıkışlı virajlardan sonra iniş başladı. Cassis’e girişteki son inişte gördüğümüz trafik tabelasına göre yolun eğimi 30 derece gösteriyordu. Bu k inanılmaz yokuş sadece tek yönlü, iniş yoluydu…Zaten çıkışı mümkün değildir. Böyle bir yokuş bisikletle falan çıkılamaz. Hatta inilmez de!..
Bisikletim düz maşa ve pabuç fren… İnerken jantlar lastikleri patlatacak kadar ısınmasın diye ön ve arka freni birlikte kullanmamaya özen gösterdim. Bu kadar dik bir rampa ile ilk karşılaşmamdı. Bu anımı yaşatmak için yolun eğimini gösteren tabela ile bisikletimi resimlemeyi de unutmadım.


Cassis’de girişte küçük bir panayır alanına geldik. Et ve peynir satan sergilerde ürünler çok zengin. Bizim ülkemizde bu kadar et ürünü ve peynir çeşidini bir arada görmek çok rastlanan bir şey değil. Giacomo ve Alessandro bir peynirci sergisinde tanıştıkları -burada yaşayan- İtalyan satıcılarla dost oldular. Muhabbetleri dakikalarca sürdü. Ben de bu arada tezgahları gezdim. Resimler çektim.

Panayır alanından marinaya geldik. Burası küçük bir koy, doğal yat limanı gibi. Çevresinde restoranlar, kafeler cıvıl cıvıl insan kaynıyor. Biz meydandaki parkta yemek yerken, restoranlarda turistler kocaman metal kupalar içerisinde servis edilmiş onlarca midyeyi elleriyle açıp hüpleterek yutuyor, bir yandan da kirli parmaklarıyla kaldırdıkları kadehlerini tokuşturuyorlardı. Daha sonra parkın ortasındaki özel alanda “Petanque” oynayan amcaları seyrettik. Avrupa ve Balkanlarda da rastladığımız büyük toplarla oynanan bu oyun genellikle yaşlı erkekler tarafından tercih ediliyor.

Bu yüksek tepeliklerin eteklerine inip en güzel koyları görmek, buradaki yaşamı gözlemlemek çok güzel de, buralardan çıkmak amansız yokuşlar yüzünden çok çileli oluyor. Üstelik yemek yedikten sonra daha da çileli… İşte böyle bir tırmanma sonrası tepelerden birinde Marsilya’yı karşımıza alıp çadırlarımızı kurduk. Rüzgara açık bir yer olduğundan felaket esiyordu. Sert taşlık zemin üzerinde çadır kazıklarımızı güçlükle çakabildik. Çoğu zaman hiç bağlamadığım gerdirme iplerini de ağır kaya parçalarına bağlayıp çadırımı her zamankinden daha da sağlamladım.


 Cassis,Fransa

                                                  Cassis,Fransa


Bugünümüz çok keyifli geçmişti. Bol bol resimler çektik. Gerek yokuşlar gerekse milli park sınırları içindeki bol manzara molaları sebebi ile sadece 36 kilometre yol yapabildik. Sabah yola erken çıktık. Marsilya’ya ulaşmak için sadece 15 kilometre yolumuz vardı. Buna rağmen D 559 numaralı karayolundaki ilk 7-8 kilometrede karşılaştığımız tırmanışlar bayağı vakit aldı. Marsilya’ya girişimiz öğlen saatlerini bulmuştu. Gerçi sadece yokuşlar yüzünden değil, şehre yaklaştıkça sık sık durup çektiğimiz manzara fotoğrafları da buna sebep idi.


Şehre girdiğimizde günlerin yorgunluğu ile hiçbir şeyi görmez durumdaydık. İlk hedefimiz hemen bir hotel bulmaktı. Şehrin içerilerine girmeden İbis Otel’e yerleştik. Bu oteller İstanbul dahil Avrupa ve dünyanın pek çok şehirlerine yayılmış makul fiyat politikası uygulayan bir zincirler gurubu… Üç kişilik daracık bir odaya kişi başına gecelik -artı birer Euro şehir vergisi dahil- 20 Euro ödedik.

Dün hotelden hiç çıkmadan kafamıza göre takıldık. Mutfağımız yoktu. Biz de odada kendi kamp ocaklarımızla bir şeyler pişirdik. Zaten çantalarımızdan çikolatalar, çerezler, peynir, sucuk aklınıza ne gelirse bir sürü abur cubur çıktı. Bazılarına yeme sırası gelmemiş, kimilerinin ambalajı açılmış ama tamamı tüketilmemiş. Hepsini paylaşıp bir güzel sıfırladık. En popüler paylaşım benim ikram ettiğim tahin-pekmez karışımı oldu. İtalyan gençler pekmezi ve beyaz susamı tanıyorlardı ama, tahini hiç görmemişler. Evde tahin yapmanın yollarını aramaya başladılar. İ-netten bir iki tarif bulabildik. Gerçi Carrefour mağazalarında ve Avrupa’daki bazı Türk marketlerinde satıldığını da hatırlattım.

Bisikletlerimizi düzüp otelden çıktık. Şehri gezmek için tam günümüz vardı. Geç saate kadar takılıp, en son alışveriş yaparak yerleşim bölgesini terk edecek, münasip bir yerde çadırlarımızı kuracaktık.

Şehir meydanında gördüğümüz insan figürü pek çok heykelin gözlerinin kapatılmış olması ilginç geldi. Kırmızı bez kumaş ile tüm heykellerin gözleri bağlanmış, sanki yaşanan veya yaşanmış bir şeyleri bu kahramanların görmemeleri isteniyordu. İlgimizi çeken bu durum öncelikle üzücü bir terör eylemi yaşanmış olabileceğini aklımıza getirdi. Daha sonra Fransa için özel bir gün olduğunu öğrendik. Birinci dünya savaşında batı cephesinde sağlanan ateşkes (Armistice Day) günüymüş. Her yılın 11.nci ayı, 11.nci günü ve saat 11.00 de anılırmış.

Terörün nerede yaşandığı, ölenlerin kim olduğu önemli değil. Destekçilerini ve bu insanlık dışı saldırıları yapanları her zaman lanetlemeliyiz. Terör dünyamız için büyük bir bela; ve maalesef biz bugün burada olası bir terör saldırısının yaşanmış olabileceği endişesini taşırken birkaç gün sonra yaşanacak olan büyük Paris saldırılarından habersizdik. Hatırlarsınız, Fransa’da 13 Kasım 2015’de Paris saldırıları yaşanmış iki yüz kişiye yakın insan teröre kurban gitmişti. Biz ancak birkaç gün sonra yarıya indirilen bayrakları gördüğümüzde bu olaydan haberdar olmuştuk.

Otel’den çıkarken şehirdeki öncelikli gidilecek yerler beraberce saptanmıştı. En önemli ziyaret noktası Notre-Dame Bazilikası’ydı. Bisikletlerimizle yüklü bir şekilde en az 15 derecelik eğimi olan iki kilometreye yakın bir rampa tırmanışı ile vardık bu kiliseye… Şehrin tepesinde çok heybetli bir yerdi. Liman dahil, şehrin üç tarafından 270 derecelik bir panorama sunan bu noktadan Marsilya’yı saatlerce seyrettik.


 Marsilya,Fransa

                                                  Marsilya,Fransa

Marsilya (Notre-Dame Bazilikası),Fransa
                 Marsilya (Notre-Dame Bazilikası),Fransa


Gün boyunca sıklıkla kullanılan “altını üstüne getirdik” tabiri ile şehirde girmedik yer bırakmamıştık. Çok geç kalmadan eski limandan başlayıp De la Major Kathedrali’nin önünden geçerek önce şehir çıkışındaki büyük taşımacılık şirketlerinin bulunduğu bölgeye, oradan da Marsilya’nın en uzak kenar mahallelerine kadar çıktık. Burada karşılaştığımız gecekondular ve derme çatma kulübelerde yaşayan insan toplulukları ile karşılaştık.



 Marsilya,Fransa

                                                      Marsilya,Fransa


Bisikletle seyahat ediyor olmanın yaşattığı en güzel fırsatlardan biri, size gezdiğiniz yerlerdeki renkli güzelliklerin yanında varoşlardaki sefilliği de göstermesidir. Bu yolculuklarda siz, -kaybolmasınlar diye kafalarına tek renk şapkalar giydirilip veya ellerine şemsiyeler tutturularak- rehberlerinin peşi sıra sadece turistik yerlerde dolaştırılan tur müşterilerinden biri değilsiniz. Siz bisiklet yolculuğunuzda aklınızın estiği yere gidebilir, istediğiniz yerden geçer veya durabilirsiniz. Siz paranızla başkalarının sınırlarını önceden çizdiği seyahat paketi satın alanlardan değil, en az para ile kendi kurallarınıza göre özgürce gezen gerçek bir “Gezgin” siniz.



 Cap Couronne (Taç Burnu),Fransa

                              Cap Couronne (Taç Burnu),Fransa


Giacomo’nun buralara yaptığı daha önceki seyahatinde haritasına işaretlediği bir noktayı bulup, çadırlarımızı kurduk. Marsilya’nın batısında Cap Couronne (Taç Burnu)’da eski bir deniz fenerinin dibindeki çam ağaçlarının altında çok harika bir yerdi. Benim için gezip geçtiğimiz yerler kadar, geceleri konaklama yaptığımız yerlerin konumu da çok özel olmalı. Tabi ki bunu sağlayabilmek, rotanız ve zamanlamanız açısından her zaman sizin elinizde olan bir şey değil.

Üç günlük sürüş 115 km,
Total:1.421 km


ARLES (Fransa)
12 Kasım,2015

Mersilya’nın kuzey batı yönünde bir iç denizle karşılaştık. Ben iç deniz benzetmesi yaptım ama, sonraki araştırmama göre burasının doğal oluşmuş bir gölet olduğunu öğrendim. Tatlı su ile dolu Berre Göleti (Etang Berre) Martigues kasabasından geçen Caronte Kanalı ile Akdeniz’e bağlanıyor. Kanalın en doğusundaki bir noktadan kara yolu ile karşıya geçip şehir merkezine girmeden önce köprü üzerinde resimler çekip yolumuza devam ettik.


  Arles,Fransa

                                                             Arles,Fransa

Rhöne Nehri'ni Barcarin Feribotu (Bac de Barcarin) ile geçtik. Camargue Tabiat Parkı’nda balıkçıl kuşlar için koruma alanı ilan edilmiş olan kanal ve onlarca göletlerden oluşan sulak bölge olağan üstü bir doğa harikasıydı. İsviçre Alplerinden doğarak Akdeniz'e dökülen Rhöne Nehri’nin oluşturduğu bu deltalarda çok çeşitli kuşlar yaşıyor. En çok pembe gagalı pelikanların resimlerini görüntüledik. Bizim için sıradan sayılabilecek bu günde ilk aklıma gelen kuş gözlemcisi bir arkadaşım oldu. Onun için böyle bir yolculuk nasıl da keyif verirdi.


 Rhöne Deltası,Fransa
                                                    Rhöne Deltası,Fransa




 Barcarin Feribotu (Bac de Barcarin),Fransa

                              Bacarin Feribotu,Bac de Bacarin,Faransa

Gece Arles kenti’nin güneyinde yol kenarındaki bir çiftliğin kapısını çalıp bahçe sınırlarında yatmak için izin istedik. Yaşlı bir çiftin eviydi. Gecenin karanlığında bizi bahçeye alıp yer gösterdiler. Çadır bölgemizin içinde dört tane at ile sabaha kadar komşuluk yaptık.


Sabah çiftlik çalışanından öğrendiğimize göre, elektrikli çitlerle çevrilmiş otlakta barınan bu atlar ev sahiplerinin torunları için bakıldığını öğrendik. Çiftlik sahiplerinin de Korsikalı İtalyan kökenden gelen bir aile olduğunu öğrendik. Korsika uzun dönem İtalyanların hakimiyetinde kalıp defalarca yerli halkın isyanları ile el değiştirmiş. Korsika dili İtalyanca’ya yakınmış. Giacomo ile ev sahibimiz Pier çok rahat bir şekilde anlaşabiliyorlardı. Bugün Fransa’ya bağlı olmasına rağmen Korsikalıların kendilerini daha çok İtalyan hissettiklerinden bahsettiler. Pier bu kendi kimliğini yarı Fransız, yarı İtalyan olarak niteledi.

Günlük sürüş 90 km,
Total:1.511 km

PALAVAS LES FLOTS (Fransa)
13 Kasım,2015

Kalktığımızda gündüz gözü ile atları sevdik. Ev sahibimiz Pier Amca geldi. Onunla resim çektirdik. Hanımı sularımızı doldurdu.. Çiftliğin önündeki beton kaideye tutturulmuş kalp ve haç motifli bir deniz çapası(çıpa) vardı. Onun da resmini çekmeyi ihmal etmedim. Amca'nın Korsikalı ataları denizci olduğu için bu geleneksel çıpayı anı olarak yaptırmış. Kalp sevgiyi, haç inancı, çıpa ise bağlılığı temsil ediyormuş.

Gençler yola çıkmadan önce kahvaltı için yandaki bara gittiler, ben bisikletleri bekledim. Birer kahve ile yanında yedikleri sadece birer kruvasan karşılığında toplam 8 Euro para ödeyince biraz şoklanmış vaziyette döndüler. Bundan sonra sabah kahvaltılarını çadırlarında yapmak için üşenmeyeceklerini umuyorum.

Günün ilk saatlerindeki dinginliğimizle 40-45 km kadar yol yapıp Aigues-Mortes’e geldik. Kesinlikle görülmesini tavsiye edeceğim bu küçük tarihi kenti çevreleyen kale duvarlarında dinlenip birkaç resim çektik. Sonra tekrar kuş cennetinin içine döndük. Bir yanı açık deniz ve diğer yanı gölet, - harita üzerinde incecik kılçık gibi görünen- yollarda keyifle pedallayıp günün sonunda Maguelone's Cathedral’ine geldik.



 Aigues-Mortes,Fransa
                                               Aigues-Mortes,Fransa


Kilise Prevost Göleti üzerinde küçük bir yarımada üzerindeydi. Açık bulduğumuz bahçe kapısından içeriye girdik.Artık akşam olmaktaydı ve konaklama vaktiydi. Bu saate rağmen yönetim binasında halen çalışanlar vardı. Biraz çevreyi kolaçan edip, çadır kurmaya uygun yer arandık. Her yer çok uygundu, ama müsaade almadan kalmayı gözümüz kesmedi. Gece kapılar kapanıyor ve mutlaka burayı bekleyen birileri kalıyordu. Fark edilirsek izin almamış olmamız sorun yaratabilirdi. Bu arada girmişken biraz kiliseyi dolaştık. İzin istemek için muhatap bulamayınca da yolumuza devam ettik.

Palavas Les Flots,Fransa

                                                     Palavas Les Flots,Fransa


Palavas Les Flots plajlar bölgesinde köpeğini gezdiren bir kadın, kumsalın ortasında yüksekçe beton bir platformu göstererek oradaki cankurtaran istasyonunda kalabileceğimizi söyledi. Beton binada sezon sonu itibariyle tüm malzemeler içeri alınıp kapılar kilitlenmiş. Önündeki geniş beton zemin konaklamak için iyi bir sığınak gibi görünüyordu. Bisikletleri aşağıda bırakıp buraya yerleştik. Sadece deniz tarafı açık olan binanın balkon üstü ve diğer yanları yarı kapalıydı. Çadır kurmaya ihtiyaç duymadan uyku tulumlarımızda sabahladık.


Günlük sürüş 99 km,
Total: 1.610


AGDE (Fransa)
14 Kasım,2015

Sabahın köründe çıkıp Passerelle du Pilou (Pilou Geçidi) olarak bilinen bir köprünün başına geldik. Rhöne Kanalının karşısına geçmek için biraz beklemek zorundaydık. Sadece bisiklet ve yayalar için kullanılan yana hareketli (açılır-kapanır) köprünün saat onda açılacağını dün akşamdan öğrenmiştik. Biraz erken gelmişiz.

Passerelle du Pilou (Pilou Geçidi),Fransa 

                                Passerelle du Pilou (Pilou Geçidi),Fransa


Yolda ilginç felsefesi olan bizim gibi bisikletli bir turcu ile tanıştık. Polonyalı Luka Luka, çok eski bir bisikletle yola çıkmış. Çantaları da çok eskiydi ve yırtıkları vardı. Bir süre birlikte pedalladık. Sete’ye geldiğimizde önce şehri dolaştık sonra limanda yemeklerimizi yedik.


Luka’nın inandığı kendine özgü değişik bir felsefesi vardı. Biraz olsun anlayıp öğrenmeye çalıştık. Daha sonra sanal ortamda “Jedy Academy” diye sayfa oluşturmuş, oradan ve Facebook sayfasından bir süre kendisini takip ettim. Pek ilgimi çekmedi.

Luka'nın vegan olduğunu haşlanmış yumurta ikramımızı geri çevirince öğrendik. Soğan ile meyveleri ekmeğin arasına koyup birlikte yemeside çok ilginçti. Yanında taşıdığı müzik enstrümanları daha önce hiç görmediğimiz cinstendi. Yemekten sonra Uzakdoğu orjinli olduğunu sandığım kalın bambu ağacından yapılmış -delikleri olan- nefesli bir enstrüman ile bize resital verdi.


 Agde,Fransa
                                                           Agde,Fransa



Luka ile birlikteliğimiz at çiftliklerini geçtikten sonra Agde yakınlarında sona erdi. Bu gece burada çadır kurup yarın Beziers’de erkenden bir otele yerleşmeyi planlamıştık. Ertesi günün sabahında ise bizim de yollarımız ayrılacaktı. Benim yönüm İspanya sınırı, gençlerinki ise İspanya’nın kuzeyindeki Katolikler için kutsal bir hac yeri olan Santiago idi…

Günlük sürüş 65 km,
Total : 1.685 km


BEZİERS (Fransa)
15 Kasım-16 Kasım,2015

Beziers girişinde büyük süpermarketlerden alışveriş yapmayı akıl etmeden şehrin içlerine doğru devam ettik. Halbuki bugün günlerden pazardı ve açık market bulamayabilirdik. Doğruca daha önceden yerini saptadığımız bir pansiyona yöneldik. Sahibi geleceğimizi biliyordu. Biraz erken giriş yapmak için anlaşmış olmamıza rağmen biz normal check in saatinde ancak varabildik.

Kalacağımız üç kişilik apart daire için 63 Euro ödedik. Fransa’da özellikle yatak sayısı fazla olmayan yerlerde bu fiyat çok makul sayılırdı. Her birimiz dakikalarca banyo yapıp, çamaşırlarımızı makinede yıkadıktan ve astıktan sonra şehre çıktık. Akşam için şöyle harika bir menü hazırlamak istiyorduk. Bu gece beraberliğimizin son günü olacaktı. Açık süper market bulamadık. Bunlara alternatif olarak mahalle aralarında göçmenlerin işlettiği bakkallara yöneldik. Yozgatlı bir Türk bakkalından alışverişimizi yaptık. Tabi ki, bakkalda içki yoktu. Onu da benzincilerdeki marketlerden hallettik.

Menüyü hazırlamak tamamen bana aitti. Sucukla yumurta yanına da gençlerin hiç tanımadığı bulgur pilavı ve marul salatası hazırladım. Çocuklar biraz daha neşelenmek istemişlerdi, tekrar dışarıya çıkıp içki ve meyve aldılar.Hepimiz gecenin uzun sürmesini istiyorduk. Çok geç saatlere kadar şamata yaptık. Her birimizin çektiği resimleri paylaştık. Çamaşırlarımızı kurutmak için ısıtma peteklerini sonuna kadar açmıştık. İçerisi çok sıcaktı. Islak çamaşırlardan çıkan buharın ve aldığımız alkolün de etkisi ile mayışıp yataklarımıza kıvrıldık.

Beraber olduğumuz süre içerisinde hiç bulaşık yıkayıp yemek pişirmemiştim. Sabah bulaşıkları ben yıkadım. Bari son günde kıyağım olsun istedim. Kahvaltı için sıcak su koydum. Akşamdan aldığımız yumurtaları haşladım. Bir yandan da çantalarımızı yola hazırlıyorduk. En son olarak bugüne ayırdığım tahin ve pekmezin tamamını karıştırıp sofraya koydum.

Pansiyondan çıkmak için öğlene kadar vaktimiz vardı. Uzun ve keyifli bir kahvaltıdan sonra öğle üzeri yola düştük. Şehrin batı yakasına geçerken nehrin üzerindeki tarihi köprü ile beraber Saint Nazaire Katedrali’ni de resimledikten sonra vedalaşıp Giacomo ile tekrar buluşmak üzere yolarımızı ayırdık. Anlaşmamıza göre Alessandro turu tamamlayıp İtalya’ya geri dönecek, biz Giacomo ile Lizbon’da  tekrar buluşacağız.


 Beziers,Fransa

                                                 Beziers,Fransa



NARBONNE

Turlarda yalnızlığa alışık biriyim. Böyle olmanın da kendine özgü farklı güzellikleri var. Kendi başınıza karar verebiliyor, istediğiniz yerde dilediğiniz zaman durup devam edebiliyorsunuz. Bugün tembellik yapıp Coursan’dan sonra Narbonne’da konaklamaya karar verdim. Bir çamlığın içinde sessiz, oldukça vahşi bir yerdi.

Total : 1.784 km


COLLİOURE (Fransa)
17 Kasım,2015

Yolda Barselona yazan bir trafik tabelası gördüm. Önümde Fransa sınırlarından çıkmak için sadece bir gecem vardı. Yarın Cerbere’den İspanya’ya gireceğim. Perpignan’a yaklaşırken büyük şehirlere özgü o yoğun trafik gözümü korkuttu. Girişteki bir anıtın önünde hatıra olsun diye acele ile tripod kurarak otomatik bir fotoğraf çektim. Sonra arkama bakmadan direkt sahile doğru yöneldim. Bu kalabalıkta bisiklet kullanmaktansa Saint-Cyprien sahiline inerek, sarp tepeleri tırmanmayı yeğlemiştim. Nitekim dik yokuşlar tırmanarak geldiğim Collioure’de olağan üstü güzellikte tarihi bir liman kenti ile karşılaşıp burada kalmaya karar verdim.



                                                    Collioure,Fransa


Çadırımı tepelere kurdum. Aşağısı küçük bir koy, adeta doğal liman… Kale (Chateau Royal) ve kilisenin görüntüsü muhteşemdi. Çadırımın içinden gece yarısına kadar abur cubur yiyerek bu güzel manzarayı seyrettim.


Günlük sürüş 102 km,
Total : 1.886 km


CASTELLO d'EMPURİES (İspanya)
18 Kasım,2015

Sabah ilginç bir şekilde aşağıdaki kalede kalk borusu çaldı. Halen ne olduğunu anlamış değilim. Sanıyorum sembolik bir olaydı. Duyduğum borazan sesinin kayıt mı, yoksa canlı mı olduğunu da algılayamadım.

Günün ilk saatlerinde yılan kıvrımlı sert yokuşları tırmanmak azmış gibi bir de lastik patladı mı? Haydaaa! Şansa bak! Hemen değiştirip tırmanmaya devam erttim…

Çıktığım son zirvede atıl durumdaki sınır kontrol noktasına ulaştım. Burası bir zamanlar geçişlerin pasaportla  sağlandığı gümrük sahasıydı. Fransız ve İspanyol gümrük memurları yan yana iki ofisin pencerelerinde hizmet vermişler.  Terkedilmiş binalarda artık bayraklar asılı değil. Sadece Fransa ve İspanya sınır tabelaları var.


 Fransa İspanya Sınırı, Portbou,Fransa
                             Fransa-İspanya Sınırı,Portbou,Fransa


Temiz bir asfalt ile birkaç kilometre aşağıya süzülerek indiğim ilk İspanya yerleşimi Portbou (Bou Limanı)… Burada Çinlilerin çalıştırdığı bir mağazadan Beziers’deki pansiyonda unuttuğum şarj aletimin yenisini satın aldım. Sonra turist bürosundan bir harita edindim. Görevli kadın harita üzerinde bisiklet yollarını işaretleyip Barselona’ya kadar bir güzergah çıkardı.


Cep telefonuna bağımlı kalmadan Castelló d'Empúries kasabası yakınlarına kadar ulaşıp kamp kurdum. Uzun zamandır kullanmadığım kamp ocağımda hazır doğranmış olarak satın aldığım sebzeleri pişirdim. Türkiye’den beri yanımda taşıdığım zeytinyağının sonuydu. Artık yarın yenisini almam gerekli.

Bugün İspanya’ya tarafında süper markete girip sıkı bir alışveriş yapmıştım. Fiyatlar Fransa’ya göre biraz daha iyi gibime geldi. Gecenin sürprizini erken saatlerde yaşadım, davetsiz misafirlerim vardı. Bir domuz familyası çadırımın çevresinde homurdanıp durdular. Sabah baktım yerler sanki traktörle sürülmüş gibi. Domuzlar toprak altındaki bitki köklerini talan etmişler. Bu arada bisikletimin kadrosuna takılı olan takım çantasına sıkıştırdığım bir elmayı da götürmüşler. Cırtlı fermuar sistemi olan bir çanta değil de fermuarlı olsaydı belki de elmayı yemek için çantayı parçalayacaklardı.

Günlük sürüş 70 km,
Total : 1.956 km


PALAMOS (Fransa)
19 Kasım,2015

Castello d’empuries tabelasından önce uzaktan bakıldığında bir kilisenin çan kulesi ve çevresindeki eski taş yapılar görünüyordu. Şehir girişinde çok ilginç bulduğum bir umumi çamaşırhane ile karşılaştım. Duvarlara kullanıldığı zamanlarda çekilmiş resimler asılmış. O zamanlarını gözümde canlandırdım. Kasabanın kadınları buralarda bir araya gelip çamaşır yıkıyorlar, bir yandan da dedikodu yapıyorlardı.


 Castello d'empries,İspanya

                                  Çamaşırhane,Castello d'Empuries,İspanya


Bu küçük kasabanın merkezindeki Santa Maria Kilisesi beklediğimden çok değişikti. Özellikle kapısındaki kabartma motifler ve heykeller bence bu işten anlayanlar için son derece görülmeye değer olmalı. Farklı açılardan bol miktarda resimler çekip sonra şehrin dar sokaklarını dolaştım.



 Santa Maria Kilisesi ,Castello d'Empuries,İspanya

      Santa Maria Kilisesi,Castello d'Empuries,İspanya


Öğle üzeri gördüğüm son trafik tabelasında Barselona 125 km olarak gösterilmişti. Tabi, bu bisikletle biraz daha fazla olur. Acelemiz yok. İtalyan gençlerden yavaş hareket etmeye alışığım. Tek sorun var. Bir daha i-net bağlantısı ile uğraşmamak adına Beziers’deki pansiyonda Barselona için hostel reservasyonu yapmıştım. Yarın değil, öbür gün çok geç saatlere kalmadan check in yapmam gerekiyordu. Bu sebeple sahildeki yamaçlardan vaz geçip biraz daha düz yolları tercih edecektim.


Geceyi Palamos yakınlarında yol kenarındaki bir çamlıkta -çadır kurmadan- geçirdim. Çok kuytu bir yerdi. Hava da oldukça yumuşak olunca çadır kurmaya gerek görmedim. Çamların dibi kuru ve yumuşacık döşek gibiydi. Sadece uyku tulumuna girmem yeterli oldu.

Günlük sürüş 75 km,
Total:2.031 km


ARENYS de MAR (İspanya)
20 Kasım,2015

İspanya’nın etnik yapısı hakkında var olan bilgilerim çok yeterli değil. En çok duyduğumuz bir şey var; Bask Bölgesi, Katalanların varlığı ve ayrı bir bağımsız yönetim istedikleri. İspanya’nın bu bölgelerinde, -bildiğiniz gibi özellikle Barselona’da- neredeyse bütün binaların pencerelerinde Katalan bayrağı asılı…Devlet ülkedeki 17 özerk bölgede İspanyol bayrağının en görünür şekilde asılması için mevcut kanunların yanında özel mahkeme kararları çıkartmış. Buna rağmen Bask ve Katalan bölgelerinde insanlar daha ziyade kendi bayraklarını görünür şekilde asıp, İspanyol bayrağına yasak savar şekilde yer veriyorlarmış. Bütün bu çekişmelere rağmen vatandaşlar arasında ülkeye gelen yabancıların fark edebilecekleri ölçüde bir çatışma görünmüyor. Bu noktaya kadar yükselmiş bir bayrak kavgası bizde olsaydı insanlar bir birilerine karşı daha düşmanca davranırlardı, diye düşünüyorum.


 Katalan Bayrakları,Barcelona,İspanya
               Katalan Bayrakları,Barselona,İspanya


Bugünkü sürüş günlüğümü yarına 50 kilometre kadar yolum kalacak şekilde tasarladım. Palamos’dan sonra kıyıdan yol almam mümkün değildi. Önümdeki sarp bölgeyi daha iç kesimlerden geçip Tordera üzerinden tekrar aşağı yöndeki Calella ve Arenys de Mar’a kadar indim. Sahillerde insan kalabalığı vardı. Buralar çadır açmak için uygun değildi. Ayrıca sahil boyundaki plaj girişlerinde gördüğüm uyarı tabelalarında kamp yapma yasağı vardı. En müsait yer olarak yol kenarındaki dar bir sazlıkta çadırımı kurup sabahladım. Böyle yerlerde -araç gürültüsü çok rahatsızlık verdiği için- her zaman yaptığım gibi, kitap okumak yerine kulaklığı takıp müzik dinlemeyi tercih ettim.

Günlük sürüş 96 km,
Total: 2.127 km

BARSELONA (İspanya)
21 Kasım-24 Kasım,2015

Sabah saatlerinde sokakları bomboştu. Hafta sonunda olduğumuzu hatırladım. (Cumartesi) Deniz kenarında bisiklet yoluna geldiğimde gördüm ki sokakların tenhalığı insanlar uyuduğu için değilmiş. Yaşlısı genci herkes sahilde. Kimileri bireysel, kimileri ise kalabalık guruplar halinde spor yapıyorlar. Daha sabahın köründe bir sürü plaj voleybol sahası insan dolu. Bisiklet yolunun paralelinde yürüyüş ve patenlilerin ortak kullandığı bir yol daha var. Ben etrafı seyrederek yavaş gidiyorum. İmrendiğim bir insan gurubunun içinde kendimi mutlu, ama aynı zamanda buruk da hissediyorum.Spor yaparak bir yandan doğanın tadını çıkaran bu insan kalabalığını var olması insanlık adına sevindirici; fakat gönül istiyor ki, -güzel ülkemde- kendimden olan insanlar da bu kalabalıkları oluştursun…



Barcelona Sahilleri,Barselona,İspanya

                           Barcelona Sahilleri,Barcelona,İspanya

Berselona şehrinin silueti yaklaştıkça büyüyor, daha belirginleşiyordu. Karşımda santral bacasına benzeyen üç tane ucube vardı bu silueti bozan…Kilometreler azaldıkça şehrin güzellikleri görünmeye başladı. Ucubeler arkamda kalmıştı. Artık Barselona’nın kalbinde trafiğin en öncelikli aracı olan bisikletime tahsis edilmiş yollarda özgürce dolaşıp şehri görecek ve akşama doğru reservasyon yaptığım Baixador’daki İn Out Hostel’a gidecektim.


Girişte Agbar Kulesi (Torre Agbar) ve Mavi Müze (Museu Blau) karşıladı. İkisi aynı meydanda birer modern sanat eseri diye yapılmış. Fakat Agbar Kulesi’nin halk tarafından pek sevilmediğini öğrendim. Hatta bu kule, “big dick”, “dildo”,”condom” gibi cinsel objelere benzetiliyormuş. Demek ki, insanların nasıl baktıklarının önemi her yerde aynı… Neye benzediği umurumda olmadan her iki modern binayı da resimleyip şehrin içine daldım.



 BisikletSokak Mucitleri,Barcelona,İspanya

                             Bisiklet,Sokak Mucitleri,Barcelona,İspanya


Cep telefonumda mevcut görülecek yerlerin işaretlenmiş haritası ile buradan sonra Sagrada Familia Bazilikası’na geldim. İspanya’da bana göre en çok ilgi çeken yer burası… Bilmiyorum ama, -yani yanlış tahmin de yapabilirim- en azından Elhamra Sarayı ile başa baş diyebilirim. Çevresi insan kaynıyor. Günün değişik saatlerinde gelip güneşin yönüne göre resimlemek en doğrusu olur. Şehrin göbeğinde kaldığı için her tarafından uygun fotoğraf açısı tutturmak zor. Bazı yerlerde tripod kullanarak güzel resimler aldığımı düşünüyorum. Hatta 26 Kasım tarihindeki evlilik yıldönümümüzde eşime göndermek üzere çektiğim özel bir resim bayağı ilgi gördü. Bazilika’yı arkama alıp, elimde İspanyolca yazılmış “Karıcığım Seni Seviyorum” pankartı taşıdığım bir resimdi. Tabi, pankartı daha sonra foto-montajla yerleştirmiştim.


Tarihi yerler hakkında ansiklopedik bilgiler vermek için uğraşmayacağımı her zaman söylüyorum. Bu yüzden şehirde gezdiğim diğer yerşer hakkında fazla bilgi vermeyeceğim.

Harita yardımı ile Camp Nou Stadı yönünde devam edip kalacağım yere gitmek üzere çıktım. Hostel bir hayli uzakta, ama fiyatı uygun… Hem de kaliteli bir yer olduğuna inanıyorum. Zahmete değeceğinin tahminindeyim. Fakat bir yerden sonra oraya varmanın bırakın zahmetini neredeyse imkansız olduğu gerçeği ile yüzleştim. Öyle bir bölgeydi ki, ya şehrin arkalarından dolaşıp tepelere tırmanarak; ya da gelebildiğim Finucular durağından metroya binerek sadece bir durak ilerideki geçici evime ulaşabilecektim. Genç bir çiftin yardımı ile en hesaplı yolun T-10 diye isimlendirilen on kez binişlik bilet satın almak olduğuna karar verdim. Bunun için 10 Euro ödedim.

Barselona’da bisikletle metroya binmek için saat kısıtlaması yok. Bir durak sonraki Baixador de Vallvidrera’da inip bizim İstanbul’daki Yıldız Parkı’na benzer Valvidrera Parkı içindeki İn Out Hostel’a geldim. Gerçekten muhteşem bir yer… Yıldız Parkı yakıştırmasını genişletirsek buraya da modern mimaride bir Yıldız Sarayı diyebiliriz. Sezonda kim bilir ne fiyatlardadır? Kocaman doğal bir park ormanlığının içinde sınırları alabildiğine büyük bir tesis…

Şansıma resepsiyonda öyle bir kişi çıktı ki karşıma, adam buraya turlarla gelen Türk müşterilere karşı kalbinde gerçekten duygusal olduğuna inandığım bir sempati beslemiş… Ben yapmacık olanı anlarım, hayvanların yanılgısız koku almaları gibidir bu duyularım; ve asla da pirim vermem. Böyle bir yerde on kişilik yatakhanede konaklamanın kahvaltısız bedeli günlük sadece 8 Euro idi. Üç günlük konaklama için ödememi yaparken bir jest ile karşılaştım. Resepsiyondaki -Avrupa’da az bulunur- Türk dostu arkadaşımız, üç tane ücretsiz kahvaltı fişini elime tutuşturdu.

Odadaki özel eşya dolaplarında anahtar yerine 2 Euroluk madeni para kullanmak gerekiyordu. Bunu yanımdaki ranzada kalan Çinli bir kız ödünç olarak verdi. Şu an ikimizden başka kimse yok gibi görünüyor. Ben boş gördüğüm tek masanın üzerine bilgisayarımı kurdum. Banyoya girmeden önce kamp tüpünde ısıttığım su ile hem kendime hem de oda arkadaşıma birer çay yaptım.

Bir haftalık kirlenmenin ardından güzel bir banyo ve sinek kaydı sakal tıraşından sonra aynanın karşısında kendimden başkasını görür gibi oldum. Kaç gündür saç sakala karışmış tanınmaz durumdaydım.


 Plaça Espanya,Barcelona,İspanya

                                       Plaça Espanya,Barcelona,İspanya

Son günümde şehri gece saatlerine kadar bisikletimle dolaşıp Madrid otobüsüne binmek üzere Kuzey Terminali’ne geldim. Biletimi daha önceden 46 Euro ödeyerek almıştım. (36+10 bisiklet=46€) Avrupa’nın orta ve batısındaki ülkelerde şehirler arası ulaşımın bize göre biraz pahalı olduğunu düşünüyorum.



 Nou Camp Stadı,Barcelona,İspanya
                                  Neu Camp Stadı,Barcelona,İspanya


Barselona-Madrid arası 650 kilometre. Arada -kendi adıma- kayda değer bir tek Zaragoza var. Onu da es geçersem çok şey kaybetmiş olmam diye düşündüm. Baştan beri yol planımda Barselona’dan Madrid’e otobüs ile gitmek vardı. Çünkü önümdeki rota uzun... Ta ki, Fas’ın çöllerine inip ring dönüşle Lizbon’a kadar geleceğim.



Dönüş uçağım Madrid’den İstanbul ve İzmir’e olacak. Sanırım Giacomo ile Lizbon’da buluşup Madrid’e otobüsle döneriz. Onu bağlayacak hiç bir işi yok. Kendisi okulunu bitirmiş ve iş hayatına başlamadan önce bir süre böyle bir macera yaşamak istiyor. Santiago’da mahalle arkadaşı Alessandro’dan ayrıldıktan sonraki planı henüz belli değildi. Bir ara benimle Fas’a gelip, oradan cruze gemileriyle Arjantin’e geçmeyi düşünüyordu. Fakat arkadaşını bırakamayacağı için bundan vaz geçti. Bakalım kendisi son olarak nereye uçmaya karar verecek? Ben Uzakdoğu bisiklet turumu anlatıp kendisini oralara gitmeye özendirmiştim. Ne de olsa buralarda artık soğuklar başlamış olacaktı… Ne güzel sıcak memleketlerde olmak; keşke ben de onunla gidebilsem…

Total: 2.310 km


MADRİD (İspanya)
25 Kasım,2015

Dün gece Barselona’dan bindiğim Alsan firmasının otobüsü ile 31 numaralı koltukta Madrid’e geldim. Sabah -erken saatler olduğundandır diye umuyorum- soğuk bir hava vardı. Dışarısı soğuk olunca bisikletimi terminalin içinde toparladım. Dolaşan görevliler bir şey söyler diye de biraz tereddütteydim. Fakat korktuğum olmadı. Gerçekten buralarda bisiklete karşı ayrıca bir saygı gösteriliyor.

Barselona’da -hosteldan ayrıldığım gün yüklü bisikletimle- indiğim metro istasyonundaki asansörlerde bakım vardı. Çantaları sökmeye üşendim. Koca bisikleti kucaklamış merdivenlerden çıkmaya çalışıyordum. Abartısız söylüyorum, kadınlar bile bir yerinden tutup yardım etmek için çırpınmışlardı. İşte buralarda bisikletli insanın başına böyle güzel şeyler geliyor.

Son Barselona günümde Neu Camp Stadı’na gitmiştim. Roma ile Barca’nın maçı vardı. İzmir’den bu maçı izlemeye gelen gençlerle tanışmıştım. Stadın önünde topluca resim çektirdik. Bugün de Madrid’de Galatasaray’ın Atletico Madrid ile şampiyonlar ligi maçı var. Del Sol Meydanı panayır yeri gibi sarı kırmızılı Türk kaynıyordu.

Madrid’i bisikletle dolaşmak Berselona kadar kolay değil. Tarihi şehirde caddeler daha dar. Bisikletler için -çoğunlukla diğer araçların kullanımına yasak olan- otobüs yoları içinde sürüş alanları tahsis edilmiş. Taksiciler de sıklıkla bu yollara girip trafik ihlalinde bulunuyorlar. Ayrıca duraklardan yolcu alıp indiren otobüsleri sollamak durumunda kalıyorsunuz.

Mayor Meydanı’nda tadilat vardı. Dolaşmak pek kolay olmadı. Şehri biraz dolaşıp Del Sol Meydanı’na yakın La Posada de Huertas Hostel’a yerleştim. Burası için de Barselona’dan çıkarken ön rezervasyon yapmıştım. (Kahvaltı dahil 13 Euro) Maç sebebiyle Madrid’de bütün yataklar dolmuş. İyi ki de rezervasyonlu gelmişim. Gece maçtan dönen Türk gençleriyle tanıştım. Maç için gelmiş olan bu arkadaşların çoğu Avrupa’nın başka ülkelerinde yaşıyorlardı. Bu arada Galatasaray 2-0 kaybetmiş.

Günlük sürüş 43 km,
Total: 2.353 km 


ARANJUEZ (İspanya)
26 Kasım,2015

Madrid’in trafiğinden sıyrılmak için ters yolları kaldırımlardan geçtim. Bazen insanların tepkilerinden çekiniyordum. Kaldırımda giden bir bisikletli, eğer bisiklet için tahsis edilmiş alternatif yol varsa tepki çekebilirdi. Ancak ana cadde üzerindeki bisiklet yoları sıklıkla ara yolar ve trafik lambalarıyla kesilince çok fazla durup kalkmak ve de beklemek durumu ile karşılaşılıyor. Ben de çareyi bir süre -yayaları sıkıntıya sokmadan- kaldırımda sürmekte buldum.

Pinto Madrid’in 25 kilometre güneyinde kalıyor. Benim meslek hayatımdaki kendi işyerlerime taktığım bu isimin aynı zamanda İspanya’da bir şehir adı olduğunu biliyordum. Aslen Portekizli bir arkadaşıma dayanan bu isimi kullanmamın gerçek öyküsü tabi ki farklıydı. Ancak burasını da merak etmiyor değildim. Kısmet bugüne imiş, giriş meydanında birkaç resim çektikten sonra merkezi de dolaştım. Çok özel bir yer değildi, ama yine de burayı görmekten bir memnunluk duydum.

Buradan sonra köy yolları olarak özel tabelalarla gösterilmiş stabilize yollara girdim. En az yirmi kilometre tarım arazilerinin sessizliği içinde devam edip Esquivias köyüne geldim. İspanya’nın havası başkaydı. Filmlerden tanıdığım fark edilir bir latin havası var. Köyler filmlerde gördüğüm Meksika kasabalarındakinin aynısı gibi. Uzaktan bakıldığında sarımtırak bir kilisenin çan kulesi, çevresinde küçük pencereli evler… İçine girildiğinde de bir kilse meydanı, çoğu zaman bu meydanda bir çeşme ile karşılaşıyorsunuz.


 Manuel Tirado (ile beraber),Toledo,İspanya

                            Manuel Tirado (ile beraber),Toledo,İspanya


Aranjuez’e gidip gitmemek arasında kararsızken bisikletli biriyle tanıştım. Asıl hedeflediğim yolun üzerinde olan Toledo yönüne doğru gidiyordu. Beraberce pedallayıp Borox köyüne geldik. Oradan beni Toledo’ya götürecek anayolun yakınına kadar eşlik etti. Manuel ile ayrılmadan önce çeşme başında sularımızı doldurup köy çocuklarının eline verdiğimiz fotoğraf makinelerimizle resimler çekip ayrıldık. Bana çantasından bir enerji jeli ile iki tane muz verdi. Ben de ona bir nazar boncuğu taş hediye ettim.


Anayoldan biraz devam ettikten sonra Anover de Tajo Köyü’nün yakınlarında güzel bir kamp yeri buldum. Burası hemen sol yanımdaki Tajo Nehri’nin üzerinde bir çam koruluğu idi.

Günlük sürüş 80 km,
Total: 2.433 km

FUENTE EL FRESNO (İspanya)
27 Kasım,2015

Nehir kenarının muhteşem manzarasını tamamlayan çadırım sırılsıklamdı. Bu görüntüye bakılırsa boğucu bir nem ve alçak bir hava beni bekliyor.

Toledo girişine kadar çok sakin bir trafikte geldim. Rahat bir sürüş oldu. Bir buçuk saat içinde 28 km yol yapmışım. 

Bir zamanlar İspanya Krallığı’na başkentlik yapmış Toledo antik şehir girişinde ve daha içerilerde birkaç resim çekip yoluma devam ettim. Hafif rampa çıkışı ile şehri arkamda bırakırken arada bir uzaktan görüntü almaya devam ediyordum. Gerçekten iyi korunmuş turistik bir şehir. Madrid’e yakın olmasının avantajıyla bir hayli de ziyaretçisi var.

Toledo, Castilla la Mancha özerk bölgesinin bugünkü başkenti. İspanya’nın şu özerk bölgelerini anlamak biraz zaman alacak gibi görünüyor. Çok şaşırtıcı gelen bir şey oldu, İspanya’da yirmiye yakın özerk bölgenin olduğunu okudum. Bu arada gözlüğümü kaybetmiştim. Haritadaki yazıları görmekte zorluk çekiyordum.

Arges diye küçük ama çok şirin bir kasabadan geçerken yol üzerinde karşılaştığım bir Çin mağazasından işimi görebilecek özellikte numaralı gözlük satın aldım. Sonra büyük şehirlerdekiler kadar kocaman bir kilisenin olduğu kasaba meydanında dolaştım.

Fuente El Fresno’ya 20 km kaldığını gösteren trafik tabelasından sonra hava kararmaya başladı. Yol karşılıklı olarak sadece birer gidiş-geliş şeritli ve oldukça dardı. Karşıdan gelen araçların farları gözlerimi rahatsız etmesine rağmen uygun kamp alanı bulmak için bir süre devam ettim. Tehlikeyi daha fazla göze alamazdım. Pek içime sinmediği halde hemen kenardaki bir tarla üzerinde durup çadırımı kurdum.

Çok zorunlu olmadıkça asla gece sürüşü yapmam. Bazen zamanlamayı şaşırınca bugünkü duruma düştüğüm oluyor. Riske girmeye gerek yok. Tehlike artarsa artık devam etmiyor ve kaderime boyun eğerek, yerin iyisine kötüsüne bakmadan durup çadırımı kuruyorum. Bence en doğrusu  bu…

Günlük sürüş 124 km,
Total: 2.557 km

CORDOBA (İspanya)
28 Kasım-1 Aralık,2015

Yoldan geçen araçların gürültüsü, çadırın içini bir anda gündüze çeviren farlar ve bir de üstüne yakınlardaki çiftliklerden gelen köpek havlamalarının insana nasıl rahatsızlık verebileceğini bir düşünün! Erkenden yarım uyku ile kalkıp çadırımı toparladım. Kahvaltı bile yapmadan yollara düştüm. Hava daha tamamen aydınlanmamış. Reflektörlerim yeterli olmayabilir diye bisikletimin tüm selektör ışıklarını yaktım. Sabah ayazından korunmak için kaskımın altına kar beremi ve kabanımın kapşonunu taktım. Kısa eldivenlerin üzerine de uzunlarını giydim, yine de parmaklarım uyuştu, ısınamadım. Ta ki, ilk karşılaştığım yokuşlara kadar…


Ciudad Real Yolu,İspanya 
                                               Ciudad Real Yolu,İspanya

                                            

Ciudad Real’den N-420 numaralı yolu devam ederek gün boyunca zeytinlikler arasında yol aldım. Her taraf zeytin... Gördüğüm bir zeytinlikte ağaçların diplerine çakıl dökülmüştü. Bunu anlamakta zorlandım. Bizdeki ağaç dipleri genellikle otlardan temizlenmiş ve daha bakımlı olur. Benim yaşadığım Burhaniye’de ve körfezin tamamında genellikle böyle. Hele ki son birkaç yıldır zeytinyağı iyi para edince insanlar daha önem vermeye başladılar. Tahminim çakıl taşları ağaçların diplerinde yaban otları bitmesin diye dökülmüş olabilir. Bunu bir bilene sormam lazım... 

Bu arada biraz yeşil zeytin toplayıp bir buçukluk pet şişeye kırma yapmıştım. Bir haftadır her gördüğüm çeşmede suyunu değiştiriyorum. On gün kadar daha sabredersem acı suyunu tamamen atmış olacak. Bir yandan bunu merakla bekliyorum.

Zeytin muhabbetidir gidiyor. Dün geceyi bir yağ fabrikasının yakınında geçirdim. Günlerden Pazar olmasına rağmen sabah sabah birkaç tane kamyonet fabrikaya zeytin getirdi. Belki de dünden toplanmıştı. Çadırımda kahvaltı keyfi yaparken kendi ülkemdeki zeytin yağı fabrikaları ile buradakileri mukayese ediyordum. Bu benim tabiatımda var. Mutlaka karşılaştırma yaparım. Bizde toplanan zeytinler çuvallara doldurulur. Hem de seksen kiloya kadar doldurulduğunu bilirim. Dolayısıyla toplanırken de taşınırken de iyice eziliyorlar. Bir de fabrikanın avlusunda beklediğini hesaba katarsak artık fermantasyona uğradıklarını, düşünebiliriz. Ya da yğlı olduğu için fermente olmayabilir. Fakat bu arada asit yükseldikçe kalitenin düştüğü kesin.
Hasat zamanı buralarda zeytine daha kibar davranıldığını gözlemledim. Sıkıma girmek üzere 20-25 kiloluk plastik kasalarla ezmeden özenle taşıyorlar. Sanıyorum bu önemli bir fark…

Pazar günüm bu güzel kahvaltı keyfinden sonra öğlene kadar düz yol keyfi ile geçti. Daha sonra beni dokuz yüz metrelere kadar çıkaran rampalarla boğuştum. Akşama yakın saatlerde milli parka girdim. Andalucia (Endülis) bölgesine girmeden önce Castilla la Mancha sınırları içinden geçerken bir kamp alanı görüp durdum. Amacım buradaki çeşmelerden sularımı tazelemek, bu vesile ile de biraz soluklanmaktı. Piknik ve kamp alanında günlük yürüyüşlerini tamamlamış üzerine piknik şenliği yapan kalabalık bir gurup vardı. Klasik selamlaşma “ hola” ile yanlarından geçerken zarf atacaklarını biliyordum. Öyle de oldu. Daha uzaktan tek başına kendilerine yaklaşan bir bisikletli yolcu tabi ki ilgi çekiyor. Yemeğe davet ettiler. Ben de hiç çekinmeden memnuniyetle aralarına katıldım.



Montoro,İspanya

                                              Montoro,İspanya

Gurup üyeleri yeşil renklerde tek tip giyinmişlerdi. Önlerinde
“Andamasilla Senderismo” yazılı tişörtleriyle orta yaş bir doğa yürüyüş gurubuydu. Çoğu ilk defa bir Türk ile karşılaştıklarını söylediler. Koca bir kazanda bizim tas kebabı kıvamında kuşbaşı kuzu etleri kaynıyordu. Elime boş bir tabak tutuşturdular. Kepçe kazanın içinde, susuz yanından tabağıma löp etleri doldurdum. Daha yemeğe yumulmadan elime şarap şişesini de verdiler.



 Andamasilla Senderismo Doğa yürüyüş Gurubu,Cardena,İspanya
     Andamasilla Senderismo Doğa yürüyüş Gurubu,Cardena,İspanya


Şişenin başına ibrik ağzı gibi metal bir başlık takılmış. Yanımdakiler dudaklarıma değdirmeden kafaya dikip içmem gerektiğini gösteriyorlar. Bu uygulamalı dersten sonra elden ele dönen birkaç tane şarap şişesini kafama dikiyor, arada bir tabağıma et dolduruyordum.


Şunu şimdiden söylemeliyim ki, buranın kuzularında öyle kocaman kuyruk yok. Hepsi de bizim "piret kuzusu"  diye bildiğimiz cinsten. Bana lezzetsiz geldi. Ama kuzu kokusunu sevmeyenler için mükemmel gelebilir, diye düşünüyorum.

Kalabalığın içinde uzun bir süre soru yağmuruna tutuldum. Bunlar genellikle bisiklet yolculuğum, Türk olmak ve İslam üzerineydi. Gurupta herkes öncelikle “insan” olmanın önemini bilen kişilerdi. Sadece iyi niyetle bazı yanlış genellemelerden kaynaklanan sorular sordular. Bunları merak etmeleri doğaldı. Kafalarında bu zamana kadar oluşturdukları bir Müslümanın, bir Türkün gerçekte nasıl yaşadığını, ne düşündüğünü bilmek ve karşılaştırmak istiyorlardı. Gurup içinde bana en çok ilgi gösteren John ve benimle baş göz etmek üzerine herkesin şakalar yaptığı Peper olmak üzere iki kişi vardı.

Yemekten sonra pastalar çıkarıldı. Biri Peper’in kendi doğum günü için yaptığı kremalı, diğeri ise arkadaşlarının getirdiği kakao ve cevizli ıslak pastaydı. Mumları üfledikten sonra sevimli şirin Abla’yı yanaklarından öperek tebrik ettim. Önceden hazırladığım üzerinde ay-yıldız ve lale baskılı- bir bandana hediye ettim. Peper çok duygulandı. John’un tercümanlığında, ilk kez bir Türk ile tanıştığını ve Türk kültürünü kendilerininkine benzettiğini söyleyerek o da beni öptü. Yola çıkarken taşımakta zorlanacağım kadar meyve ve kekler paketleyip verdiler. En çok da cennet hurması aldım. Birkaç toplu resim çekerek vedalaştık. Zaten akşam saatleriydi. Fazla yol almadan kamp yapacaktım.

Çok pis kokan birkaç domuz çiftliğini arkamda bırakıp güzel bir tepe yamacındaki çamlıkta çadırımı kurdum. Yoldan uzakta, çok sakin bir yerdi. Sadece karşılarda otlayan koyun sürülerinden çıngırak sesleri geliyordu.
Zemindeki yumuşacık kuru çam yaprakları üzerinde yatmak harika oluyor. Matımı şişirmeye bile gerek duymadan dalmışım.


 Cardena,İspanya
                                                     Cardena,İspanya


Cordoba’ya bir günlük kaldı. Bir gece daha dışarıda yatar ve ertesi gün erkenden şehre girip burada bir pansiyona yerleşirim diye düşünüyorum. Sadece çadırda konakladığım uzun yolculuklardan sonra büyük şehirlerde bir-iki gece yatak ve banyo görmek keyifli oluyor. Bu arada mutfak ve internet bağlantısının keyfini çıkarmak da var. Yolumu gözleyenlerle haberleşmek, onlarla özlem paylaşmak da bonusu...

Dün Sierra de Cardena Milli Park sınırı içinde kaldım. Burası harita bilgilerimde Endülüs Bölgesi'nin Cordoba İli'ne bağlı belediye statüsündeki Montoro kasabasına ait yerler olarak geçiyor. Yolum kasabanın içinden devam ediyordu. Bazen yokuş çıkmak insana gına getirebiliyor, ama çoğu zaman çok muhteşem yerlerle karşılaşıp ödülleniyorsunuz. Montoro'ya bakan tepenin yamacında durup karşımdaki eşsiz güzelliği resimledim. Kırmızı kiremit taşından kilisesi ve çan kulesi ile onu çevreleyen beyaz badanalı evler kasabayı fazlasıyla sevimli kılıyor. Tipik bir İspanyol yerleşimi... İyi ki, burasını kaçırmamışım.


  Montoro,İspanya                                                               
                        Montoro,İspanya


El Carpio’yu da geçtikten sonra haritamda Alcole adı ile görünen küçük bir yerleşimde gecemi geçirdim. Sabahın ilk saatlerinde 20 kilometrelik bir sürüşle Cordoba’ya girdiğimde ilk işim parkta takılıp çadırımı kurutmak ve ikinci kahvaltımı yapmak oldu.

Cordoba beyaz boyalı evleri, daracık sokakları ve sarımtırak taş cepheli tarihi binalarıyla Endülüs bölgesinde olağanüstü güzellikte bir şehir. Eski dönemde Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler burada uzun dönem barış içinde yaşamışlar. Dolayısıyla tarihi eserlere bakıldığında bu dinlerin ortak mimarisi göze çarpıyor.


 Puente Romano (Roma Köprüsü),Cordoba,İspanya

                       Puente Romano (Roma Köprüsü),Cordoba,İspanya


Benim en çok etkilendiğim La Mezguita de Cordoba (Kurtuba Merkez Cami) ve Puente Romano (Roma Köprüsü) oldu. Adından anlaşıldığı gibi köprüyü romalılar yapmış. Camiyi ise Endülüsler inşa etmişler. Ancak daha sonra cami yapılan değişikliklerle Kathedrale çevrilmiş. Öyle bir şey ki, granit sütunlar üzerine taş kemerlerle çevrili dört duvar arası avluda şadırvan, mescit ve çan kulesi ile Kilise-Cami karışımı ortak bir görünüm taşıyor. Roma Köprüsü Cami’nin hemen güney cephesindeki nehrin üzerinde. Köprünün karşısında tarafındaki Calahorra Kalesi de harika görünüyor. Cordoba’da harika olmayan hiçbir şey yok gibi… Her şey biri birine çok yakın olduğu için gezmesi de çok kolay.


 La Mezguita de Cordoba (Kurtuba Merkez Cami),Cordoba,İspanya

La Mezguita de Cordoba (Kurtuba Merkez Cami),Cordoba,İspanya


Ben hostela yerleşmeden önce öğlene kadar pek çok yer gezdim. Daha sonra tekrar sokağa çıkarak başka yerleri de dolaştım. Akşamını görmeyi merak ettiğim Roma Köprüsü’nü karanlıkta ikinci kez ziyaret ederek nehrin kıyısında ve kale duvarlarında bira içtim. Şehri gece görüntüsü de bir başka güzeldi. Evet gerçekten Cordoba çok çok güzel…


  Cordoba Cami,Cordoba,İspanya

                            Cordoba Camii,Cordoba


Backpacker Al-Katre de güzel bir hostel, ama mutfakta ocak yerine sadece mikrodalga fırın var. Bir de ekmek kızartma ile kahve makinesi. Şu Avrupalıların kahvaltı kültürü bana gerçekten tuhaf geliyor. Sabah kendi ocağımla yumurtalarımı haşladım. Sağlam bir kahvaltı peşindeyim. Öyle bir sofra hazırladım ki, dün resepsiyonda tanıştığımız Anna ile mutfakta karşılaştık. Sofrayı görünce kadının gözleri afalladı. Tahin, pekmez, yumurta, salam, peynir, domates… Ne varsa ortalığı donatmışım. Buyur ettim ama, kibrit çöpü gibi kadın elindeki küçücük bir kek parçasını göstererek kilo alıyorum demez mi!


Total : 2.823 km

GRANADA (İspanya)
2 Aralık-4 Aralık,2015

Saat 11.30 gibi yola çıktım. Uzun aralıklarla hostel konaklaması yaptığım için ekseriyetle check out saatine kadar takılıp tesisin keyfini çıkarıyorum. Bir gece bile kalsam en az iki bazen üç defa duş aldığım oluyor. Genellikle denk getirip çamaşır makinası kullansam da bazen bir iki parça giysimi elde yıkadığım oluyor. Mutfak donanımına göre bozulmayacak cinsten yemek pişirip kendime yolluk hazırlıyorum. Kesinlikle her hostel konaklamamda onlu viyolde yumurta alıp haşlamayı ihmal etmem. Bu benim olmazsa olmazlarımdandır.

Şehir çıkışını nehrin batı tarafındaki San Rafael köprüsünden yaparak A431 numaralı yolla otobanın karşı yönünde N432 numaralı yola çıktım. Burası beni 160 km sonra Granada’ya kadar götürecek sakin olmasını umduğum bir yol.

Ulaştığım noktalarda kilometre sayacıma baktığımda harita üzerinde okuduğumdan daha büyük bir rakamla karşılaşırım. Bunun her zaman böyle olmasındaki sebep girmek zorunda olduğum bisiklet yolları ve tercih ettiğim sakin köy yollarıdır. Biraz daha fazla pedal çevirmenin karşılığını mutlaka harika manzaralar veya karşılaştığınız insanlarla yakınlaşarak alıyorsunuz.

Santa Cruz’u arkamda bırakır bırakmaz  muhteşem kalesi ve taş dokusuyla insanı içine çeken karşı tepelerdeki Espejo’yu geçtikten sonra ana yoldan ayrılıp tabelada adını okuduğum küçük Castro del Rio kasabasına girdim. Dere boyunda tanıştığım keçi çobanıyla sohbet etmeye çalıştım. Biraz tarzanca oldu ama yine de anlaştık diyebilirim. Bir ara yanımızdan geçen iki çiftçi kadın bize katıldı. Tabi ki ilk sorulan soru her zaman olduğu gibi hangi ülkeden geldiğim, şeklinde idi. Türkiye’den olduğumu tahmin etmediklerini yüz ifadeleriyle hemen belli ediyorlar.



Kadınların değişmeyen sorularından biri kaç kadınla evli olduğum.Tabi ki genellikle Avrupa’nın kırsal kesimlerinde bu tür sorlarla daha çokarşılaşıyorum. Belli ki İslamiyet hakkında edindikleri bazı bilgileri doğrulamak adına Müslüman ülkeden gelenleri test ediyorlar.

Çoban kardeşimizle keçilerin sütleri hakkında konu açtık. Sürünün içinde bir miktar koyun da vardı. Ben bu iki cinsin bir arada otlamasının sağlılı olmadığını düşünüyordum. Özellikle bunu sormak için bayağı mücadele ettim. Neyse ki sonunda sorumun cevabı geldi. Anladığım kadarıyla sarp yerlerde otlatıyor olsaymış o zaman koyunları sürüye katmazmış. Çünkü koyunların keçiler kadar atletik olmadıkları malum.


 Castro del Rio,Cordoba,İspanya

                                   Castro del Rio,Cordoba,İspanya              


Tekrar ana yola girip Banea’ya geldiğimde Lidl Market gördüm. Bu marketi görünce seviniyorum. Her zaman söylerim; Lidl, çeşit yelpazesi ve uygun fiyat politikası ile benim Avrupa’daki bir numaralı marketim. Marketlerden söz etmişken geçimlerini sağlamak üzere buralara üslenmiş tiplerden ve yaşadığım olaydan bahsedeyim.


Genellikle başka ülkelerden sığınmış gariban kişiler her gün sürekli aynı marketin önünde bekler, insanların alışveriş sepetlerini itmelerine veya ellerindeki poşetleri araçlarına kadar taşımalarına yardım ederler. Zenciler çoğunluktadır. Kimileri çok gururlu olup önce sizin tavırlarınızı kontrol ederek temkinli yaklaşırlar. Bu tipler çoğunluktadır, asla sakız gibi yapışmazlar. Zaten samimiyet kurup güvenlerini kazandıkları belirli tanıdıkları vardır. Market müşterilerinden kimleri yardım karşılığı veya gönüllerinden koparak alışveriş yaptıkları ürünlerden bir şeyler, kimleri ise para verirler.


Cordoba-Granada Yolu,İspanya
                              Cordoba-Granada Yolu, İspanya


Bu gariban insanlara asıl gelir sağlayan şey ise market arabalarının haznelerindeki demir paralardır. Marketlerin neredeyse hepsinde büyük alışveriş sepetleri para ile açılan zincirlerle birbirlerine kilitlidir. Bu sistemde insanlar arabalarını alırken kilitlerin açılmasını sağlamak için haznelerine para koymak zorundadırlar. Genellikle bu kilitler 50 Cent veya bir Euroluk metal paralarla açılırlar. İnsanlar işlerini bitirdikten sonra servis arabalarını gariban arkadaşlarımıza verirler, onlar da yerine götürüp diğerine kilitleyerek hazne içinden çıkan parayı alırlar.


Bu arkadaşların bazıları işlerini biraz daha geliştirmiş olup marketlerin önünde emitasyon eşya satışı yaptıkları küçük birer tezgaha da sahip olabilirler. Burada sattıkları şeyler çoğunlukla taklit markalı bayan çantalarıdır.

Market alışverişi yapacağım zamanlarda bisikletimi uygun bir yere kilitleyip üzerinden kolay çalınabilecek malzemeleri alırım. Kıymetli eşyalarım özellikle gidon çantasındadır. Onu sökerim. Kaskımı güzelce gidonuma bağlarım. Bazen duruma göre kilometre saatini de söktüğüm olur. Bu arkadaşlara beden dilimi kullanıp baş parmağımla bir gözümü gösteririm. Bu, “Gözünü aç ve bisikletime sahip çık” anlamında resmi olmayan bir zimmetlemedir. Market çıkışı bir Euro para veririm. Bu bazen çikolata veya dondurma gibi hediyeler veya bazen gözden çıkardığım eşyalarım da olabilir…

Market servis arabası alırken bozuk para olarak Euro yoksa yanımda taşıdığım 50 kuruş veya 1 Türk lirası kullandığım oluyor. Bu durumlarda paramı onlara bağışlayamayacağım için geri alıyorum. Yerine Euro veriyorum. Tabi ki, bu anlattıklarımda beni zorlayan hiç bir neden yok.Sadece kendi içinden gelirse para veriyorsun.

Market hikayelerine girmişken burada Banea’da yaşadığım bir olayı anlatayım. Lidl Market çıkışımda hırpani giyimli çocuğa özel olarak satın aldığım meyveli yoğurdu verdim. Birkaç tane de muz almıştım. Göz hakkı diye bir de muz kopartırken nerden çıktıklarını anlayamadan polis baskını yedik. Neyse ki müdahaleleri sadece çocuğa karşı olunca ben paniklemeye fırsat bile bulamadım. Durum korkulacak gibi değildi. Gariban arkadaşın kimliğini alıp soruşturmasını yaptılar. Ben hiç muhatap olmadan yoluma koyuldum. Ana yola çıkarken dönüp baktığımda çocuğu serbest bırakmış olduklarını gördüm. Polisler oradan ayrılmak üzere araçlarına biniyorlardı.

Uzaktan harikaçok çekici görünüyordu, ama bu olaydan sonra Banea kasabasına girmek içimden gelmedi. Devam edip bir, bir buçuk saat yolun ardından zeytinlikler arasında kamp için güzel bir yer buldum. Yine bir zeytinyağı fabrikasının sırtlarında yamaçtaydım.

Kendimi bu zeytin denizi içinde adeta  Burhaniye'de hissediyordum. Hele ki fabrikalardan gelen o prina kokusu yok mu?  

Sabah günün ilk saatlerinde her şey yolundaydı. Öğlen üzeri moralim bozuldu. Bisikletle uzun yola çıkanlar bilirler tel kopma sesinin nasıl da yürek hoplattığını. Başka bir şey mi oldu acaba, diye kendinizi avutma şansınız hiç yoktur. Eğer kopan teliniz ön değil de arka jant teli ise ve de daha kötüsü arka göbek tarafındakiyse tam bir felaket sayılır. Ancak rubleyi sökerek tel takabilirsiniz.

İhmalcilik hiç iyi bir şey değil. Rubleyi sökmek için yanımda gerekli takım setim yok. Bu zamana kadar hiç bir yerde çözümsüzlük yaratmadıysa da, bu riskli bir şey… Çünkü gidemeyecek duruma gelebilirsiniz. Dağın başında, çölün ortasında bir yerlerdesinizdir. Her zaman bir bisikletçi bulmak kolay olmayabilir. Kısacası mutlak surette bisikletinizin her şeyine müdahale edebilecek donanımımınız yanınızda olmalıdır.

Alcala la Real, Endülüs bölgesinde pek çok eski kilise ve kalesi ile görülmesi gereken önemli bir bir yer. En uzak noktalardan görünen Castilla de la Mota (La Mota Antik Kalesi) ile çevirdiğim her pedalda bir birimize biraz daha yaklaşıyorduk.Bu görkemli kalenin resimlerini çekmek bile insanı heyecanlanıyor. Kaldı ki benim öyle çok çok tarihi merakım olmadığı halde...
 
Bugünlük kopuk telle korkarak devam edip Granada’ya iyice yaklaştım. Çok az bir yolum kaldı. Kamp alanım yine bir zeytinlik. Arada kırma zeytinimi de kontrol ediyorum. Birkaç güne kalmaz yenebilir gibi görünüyor.

Gece boyunca erzak tüketimim çok olmuş, sabah bir sürü çöpüm çıktı. Sakat bir bisiklet için yükü hafifletmiş olmak gerekir. Sürerken de çok dikkatliyim. Granada’ya 28 kilometre kaldığını gösteren tabeladan sonra Pinos Puente’ye geldim. Burası küçük bir yerleşim. Ana yol kasabanın içinden geçiyor. Bir bisikletçi bulup bu tel işini büyük şehre bırakmamalıyım. Sorarak geldiğim dükkanda motosiklet ve aynı zamanda bisiklet tamiri yapan şeker gibi bir usta buldum. Ustamız, bir saat sonra gel dedi."Una hora-Bir saat" kısmını anladım. “Okay!” dedim.

Ne yapmalıyım diye düşündüm. Çıkıp gezsem mi? Başını mı beklesem. En iyisi başında durmak. Çantaları indirip bisikleti çıplak duruma getirmeden yatırdım ve arka tekeri ustaya verdim. Biraz muhabbet çıkartmaya çalıştım. Tabi ustam hep İspanyolca konuşuyor. Yanında bir yardımcısı ve zaman geçirmeye geldiği anlaşılan yaşlı bir misafir var.

Ustamın elindeki mevcut teller uzun geldi. Benim yedeklerden uydurduk. Biraz temizlik ve yağlama yaptım. Derken işi bitirdik. Borcum “Cinco Euro-Çinc Yuro" imiş. Buralarda iş gücü bu kadar ucuz değil. Belli ki adam kıyak yaptı. Teşekkür ederek yola çıktım.


 Pinos Puente,Granada,İspanya

                                    Pinos Puente,Granada,İspanya

Granada meşhur Elhamra Sarayı ile Endülüs’ün gözdesi bir şehir. Koruma amaçlı olarak saraya kısıtlı sayıda ziyaretçi alıyorlar. Aylar öncesinden online bilet almak mümkün. Bunu başarmış olanlar sarayın içindeler. Dışarısı da turist kaynıyor. Yerli insan kalabalığı ona keza az değil. Kısacası ortalık çok hareketli.


Granada’da Elhamra Sarayından başka La Silla del Moro, Puerta de Elvira, Generalife, Granada Kraliyet Şapeli, Justice Gate, Granada Katedrali gibi sayısız gezebileceğiniz yerler var. Ben bunların tamamını gezemedim. Sanki Elhamra Sarayı’na girme şansım olmayınca diğerlerinin cazibesi de sönüverdi.



 Mahalle Çeşmesi,Granada,İspanya

                                                   Mahalle Çeşmesi,Granada,İspanya


Bu şehirde konaklamayı her ne hikmetse planıma almamıştım. Hedefimde bir an önce Fas’a geçmek var. Elhamra Sarayı’nın kuzey çevresindeki su kanalı boyunca yürüyerek Poseo de los Tristes’e kadar geldim. Buradan tekrar yine bisikletimi ittirerek ulaştığım nokta Plaza Nueva (Yeni Meydanı) oldu. Gün boyu şehrin değişik yerlerinde takılıp kendime serbest zaman tanıdım. Amacım akşam olmadan kırsal bir alana çıkana kadar yoluma devam edip uygun bir kamp alanında gecelemekti…


Granada merkezinden yaklaşık bir saat sonra Las Gabias kasabasını arkamda bıraktım. Bu kadar zamanda sadece dokuz kilometre kadar yol gelmiştim. Bugün Cuma, haftanın son mesai günü olduğundan caddeler araç ve insan kalabalığından geçilmiyor.

Las Gabias’dan yedi-sekiz kilometre daha pedallayıp La Malaha’da karşıma çıkan çok güzel bir yerde çadırımı kurdum. Zeytin denizi içinde seyrek ağaçlı küçük çamlık bir alandı. Yerdeki yaprak örtüsü yumuşacık olduğu için zeytin diplerindeki sert toprak zemin yerine burasını tercih ettim. Sanıyorum hepimiz çam ağaçlarının yaprak dökmediği öğretisi ile yetiştirilmişizdir. En azından bana coğrafya dersinde böyle öğretildiğinden eminim. Çocukluğumda bu yaprak dökmeyen ağaçların diplerindeki yaprak örtüsü her zaman şaşırtan bir şeydi benim için… Artık biliyorum ki, çam ağaçlarının hiç yaprak dökmediği doğru değil. Doğru olan, yaprak yenileyip sürekli yeşil kalmasıymış meğer… Uygulamalı öğretimin kaçınılmaz yararlılığı ortaya çıkıyor.

Total : 3.014 km


MALAGA (İspanya)
5-6 Aralık,2015

Uzun zamandır olduğu gibi bu sabah da kuru bir çadırda uyandım. Fransa’dan bu yana yağmuru unuttum gibi bir şey. Yanlış hatırlamıyorsam en son Giacomo’nun bıçağını kaybettiği gün Cannes ‘dan çıkarken ıslanmıştık. Güneye yaklaştıkça havalar mevsime göre iyi ısındı. Daha öğlen olmamış, yol üzerindeki dijital termometreye göre sıcaklık on dokuz dereceyi gösteriyor. Aralık ayının ilk haftası için oldukça mükemmel bir iklimde pedallıyor olmanın keyfini sürüyorum. Buradan sonrasında geçeceğim Afrika kıtası topraklarında da soğukla karşılaşmayacağımı düşünüyorum.

Granada’nın şehir merkezinde rakım 735 metre gösteriyordu. İki yüz- iki yüz elli metrelik iniş ve çıkışlarla Ventas de Huelma’yı geçip önce Cacin’e, oradan sırasıyla Alhama de Granada, Ventas de Zafarraya ve Velez-Malaga’da en zirve dağlık bölgeyi ardımda bırakarak sahile sıfır rakıma kadar indim. Cacin, çok sempatik köy sayılacak küçüklükte bir yer.



 Cacin,Granada,İspanya
                                          Cacin,Granada,İspanya


Kilisenin bulunduğu meydanda köyün yaşlıları oturmuş güneşleniyorlardı. Onlarla selamlaşıp meraklarını gidermeleri için “nereden geliyorsun?” ile başlayıp devam eden sorularını cevapladım. Amcalar İngilizce bilmiyor olsalar da birinin biraz olsun konuşabildiği Almancası hepimize yetti. Adam arkadaşlarına karşı öyle havalara girdi ki sanırsınız perfect Almanca konuşuyor.

Cacin’den sonra birkaç uzun dönemeçli tırmanışla karşılaştım. Buralarda pek çok bisikletçi ile selamlaştık. Hafta sonu olduğu için bisikletine binen bu güzel havada kendini dışarı atmış. Yüklü bir bisikletle en 10-12 derecelik eğimdeki yokuşları çıkarken boş ve hafif bisikletlerle yanımdan geçen sürücüler bazen yavaşlayıp konuşmak istiyorlar. Mecburen konuşmak zorunda kalıyorum ama, fazla uzadığında nefes alıp vermedeki ritmimi korumakta zorlanıyorum.


 Ventas de Zafarraya,Granada,İspanya

                            Montas de Zafarraya,Granada,İspanya


Hava kararmak üzereydi. Torre del Mar’a sıfır rakıma kadar inmiş durumdayım. Daha bir saat kadar önce tepelerdeki yağmur bulutlarının içinden geçmiştim. Şu anda burada yaz akşamı kadar sıcak bir hava var. Deniz tarafı tamamen turistik tesislerle kapanmış N-340 numaralı yoldan Malaga yönüne devam ediyorum. Şehir merkezine 30 kilometre kala terkedilmiş bir diskotekle karşılaştım. Yer çok güzel ve güvenli. Kilometre sayacıma göre yüz kilometrenin üzerinde yol gelmişim. O kadar yüksek tepelere rağmen iyi bir performans sayılır. Bu günlük bu kadarını yeterli görüyorum. Hemen buraya kapak attın.


Sabah yol üzerindeki dijital termometrelere bakılırsa on sekiz derece hava sıcaklığı var. Öğleden sonra otuz derecelere kadar yükselir. Fakat benim düşünceme göre bu bir yağmur sıcağı olabilir. Havadaki güneş ışınlarını perdeleyen gizli bir pus var.

Malaga caddeleri bir pazar günü için -üstelik de günün erken saatlerinde- neden bu kadar kalabalık olabilir acaba, diye düşünürken; merkeze girince bunun sebebini anlıyorum. Şehirde halk koşusu var. Caddeler süslenmiş, ortalık insan kaynıyor.

Mc Donald’ın önünde beleş Wi-fi bağlantısı ile kalacak bir yer ayarlamaya çalıştım. Telefonumda birkaç hostel finder uygulaması var. Bunlardan bazıları bisiklet kabul eden konuk evlerini görebilmek için filtre uygulamış. Fakat rezervasyon için kredi kartınızdan hemen provizyon ve ön ödeme alıyor. Ben bu filtrelerden yararlanıp konaklayacağım yeri saptıyorum ve rezervasyonsuz şekilde direkt adrese gidiyorum. Eğer online ortamda gördüğünüzün üzerinde bir fiyatla karşılaşırsanız durumu izah etmek zorunda kalıyorsunuz.

Şehri biraz dolaştıktan sonra geldiğim hostel “Malaga Beac and Backpecker“’da on dört Euro karşılığında bir yatak buldum. Altı kişilik karışık bir yatakhanede sadece iki kişi ile kaldık. İşletmeci benim yaşlarımda bir Arjantinli. Mutfakta ben yemek pişirirken bir yandan bira içtik. Türkiye’ye karşı ilgisi olan biriydi. Kendi ülkesinde de otelcilikle uğraştığını ve Türkleri müşteri olarak misafir ettiğini anlattı. Ülkemiz hakkındaki düşünceleri sadece orada karşılaştığı yurttaşlarımızla oluşmuş. Yani adam sanıyor ki Türkiye’de herkes oraya giden turistler kadar iyi paralar kazanan mutlu insanların ülkesi…

Günlük sürüş 117 km
Total : 3.121 km


ALGERİAS (İspanya)
7 Aralık,2015

Bugün ve yarın İspanya’da tatilmiş. Bunu dükkanların kapalı olduğunu görünce fark ettim. Pazartesi günü olasına rağmen caddeler bom boştu. Akşama daha çok zaman varken hava karadı. Bunun sebebi yağmur bulutlarıydı. Doksan kilometre sürüşle Marbella’yı arkamda bırakmışım. Şansıma açık bir büyük market gördüm. Aldi Markt, sanıyorum Alman firması bir marketler zinciri…

Alışveriş sonrası erzaklarımı bisikletime yerleştirirken çiçekli şalvarı ve renkli bandanası ile benim yaşlarımda hippi giyimli bir bayanın ilgisiyle karşılaştım. Kadın bir motosiklet gezgini… Uzak doğu turlarından falan bahsetti. Ayak üzeri bir hayli sohbet ettik. Fas’a geçmek istediğimi öğrenince beni arabasıyla Algerias Limanı’na kadar götürmeyi teklif etti. Buradan feribotla Afrika kıtasına geçerken direkt Fas topraklarına değil, önce İspanya’ya ait küçük liman kasabası olan Ceuta’ya ulaşarak birkaç kilometre sonra karayolu ile Fas’a girecektim. Bu kötü havada fena sayılmaz… Bulutlar yağmurunu şimdi dökecek olsa ortalığı sel götürecek gibi görünüyor.

Sarria ile beraber önce minibüsün içindeki eşyaları düzenleyip bisikletimi ve çantaları bindirdik. Nevalemin içinde yeni satın aldığım kutu bira vardı. Birini kabinde içmek üzere yanıma aldım. Bu arada Sarria’ya diğer birayı teklif ettim. Araba kullandığı için istemedi. Gibraltar (Cebeli Tarık)’ı geçip toplamda altmış kilometre sonra Algeria’ya vardık. Sarria şu İngiliz yönetiminde olan Gibraltar’ın bir İspanyol kıralı tarafından nasıl hediye edildiğini anlattı.

Sarria Marbella’da polis atlarının barındığı çiftlikte bakıcılık yapıyor. Algerias’da çok samimi olduğu bir arkadaşına misafirliğe gidiyormuş. Kendisinden bugünün Katolikler için -Meryem Ana’nın hamile kalması ile ilintili- kutsal bir gün olduğunu öğrendim. Yol arkadaşımla genel olarak insanların bir birileri hakkında din ve ırk kaynaklı önyargıları üzerine konuştuk. Özellikle batının insani ilişkilerden koptuğunu anlattı. Asya kültürlerini tanımadan aşırı ön yargılı olmalarını aptallık ve cahillik olarak görüyor. Böyle düşünen insanların var olması güzel bir duygu… Kadına sarılıp öpesim geldi.


 Sarria-Kemalş Şanlı,Malaga,İspanya

                             Sarria-Kemal Şanlı,Malaga,İspanya

Sarria’nın limana kadar girmesine gerek yoktu. Yol üzerindeki satış bürolarından 36 Euro karşılığında feribot biletimi aldım. Yarın sabah kalkıp istediğim gemiye binebilecektim. Şehir girişinde beni indirmesini istedim. Belki ucuz bir pansiyonda kalabilirdim. Dış görünüşü ile uygun fiyatlı olabileceğini düşündüğümüz bir motelin önünde inmeyi tercih ettim. Samimi şekilde sarılarak vedalaştık.


Çantalarımı bisikletime yerleştirmeden motele girip fiyat aldım. Tek kişilik odaları yok. İri kalçalı esmer kadın kan kırmızısı rujla boyadığı kalın dudaklarıyla iki kişilik odadatak başına kalma maliyetinin kırk Euro olduğunu söylüyor. Teşekkür ederek yoluma koyuluyorum. Bir süre sonra Palmes Nehri kıyısında çadırımdayım.

Günlük 95 km,
Total : 3.216 km.


CEUTA (İspanya) - TETOUAN (Fas)
8 Aralık,2015

Ceuta’ya giden gemi limanın en sonundaki iskeleden kalkıyor. Sabahın erken saatlerinde bayram yerindeki çocukluğum gibi sevinç ve heyecan içindeyim. Ne de olsa başka kıtaya geçecek, buraların tam tersi bir atmosferde oriental kültürün içinde olacağım.

Bisikletle kontrol kulübelerine yanaşıp bilet ve pasaportumu uzattım. Burada pasaporta kaşe vurulmuyor. Çünkü yanaşacağımız liman kasabası Ceuta şehri, Melilla ile beraber İspanya devletinin Kuzey Afrika kıtasındaki birer parçası olduğu için uluslararası yolculuk yapmış sayılmıyorum. Bu gemi Ceuta yerine Fas’a ait olan Tangier (Tanca) limanlarından birine yanaşacak olsaydı şu anda İspanya’dan çıkış yapmış olacaktım.

Gemide araç sayısı kalabalık değildi. Limana yanaşmamızla birlikte bir buçuk saat süren yolculuğun sonunda Afrika kıtasına geçmiş oldum. Dinî bayram olmasına rağmen büyük bir süpermarketin açık olduğunu gördüm. Bu beni çok sevindirdi. Çünkü Fas’da içki serbest olmasına rağmen çeşit az ve fiyatlarının da pahalı olabileceğini düşünüyorum. Son defa sıkı bir alışveriş yaparak  şehir merkezinde biraz takıldıktan sonra yola koyuldum. Bir buçuk- iki kilometre sonra Fas sınırındayım. Ceuta’nın sadece on dokuz dönümlük küçücük bir yer olduğunu söylersem buna şaşırmazsınız.

Sınırda İspanya’dan çıkış için herhangi bir kontrol noktası yok. Ellerinde ağır silahlar olan sınır polisleri sadece Ceuta’ya giriş yapanlarla ilgileniyorlar. Neden İspanya topraklarından çıkarken pasaport kontrolü olmadığını ve çıkış damgası vurulmadığını halen anlayabilmiş değilim.

Fas tarafı panayır yeri gibi. Yaka kartı olan pespaye giyimli rehberler tarafından etrafım sarılıyor. Adeta resmi değnekçi saldırısına uğruyorum. Rehberliğe ihtiyacım yok. Elimde önceden doldurduğum ülkeye giriş formum var. Ama sonradan adının Hasan olduğunu öğrendiğim kurnaz ayakçı elimdeki formun eski olduğunu söylüyor. Kardeş Türkiye, arkadaş Türkiye ayaklarıyla gönlümü fethediyor. Cebimde iki Euro madeni parayı Hasan’a bahşiş olarak verdim. Biraz daha koparmaya çalıştı ama gayet net ve kararlı bir şekilde yamuk yılık doldurduğu formu kendisine uzatarak dilerse paramı geri verebileceğini söyledim. Tabi seninki hemen çark edip parayı cebine indirdikten sonra polis noktasına kadar yanımdan hiç ayrılmadan hizmetini sürdürdü. Sağ olsun bisiklet muhabbetimize polisleri de katarak kakara kikkiri Fas’a girdim.

Artık Avrupa topraklarında değilim. Burası Afrika ve Arap memleketi… Çevrede zaman zaman çöp yığınlarına rastlıyorum. Asfalt yolda yer yer çukurlar oluşmuş. Arkamdan gelen araçlar rahatlıkla yanımdan geçebilecek olmalarına rağmen ille de korna çalıyorlar. Sanıyorum ya “Arkandayım, dikkat et!” anlamında uyarı yapıyorlar, ya da “Fas’a hoş geldin!” demek istiyorlardı. Neyse, bunun ne anlama geldiğini daha sonraki zamanlarda öğrenirim.

Yolda bir gurup gençle karşılaşıp sohbet ettik. Ceuta’dan aldığım kurabiyelerden ikram ettim. Onlar da bana yer fıstığı ikram ettiler. Türkiye’den gelen biri olduğum için daha fazla ilgi gösterildiği de bir gerçek.

Tetouan’a geldiğimde kalabalık bir çarşı pazarla karşılaştım. Avrupa sakindi. Böyle kalabalık mahalle pazarlarına oralarda denk gelmek mümkün mü? Biz de ülke olarak Asyalı sayılırız. Oryantal yaşama alışıklığımız var. Artık sanayileşmiş toplumlara özgü bireysel yaşam biçimi yerine buralarda daha iç içe  başka bir yaşam şeklinin içinde olacak, insanlarla yakınlaşacağım. En azından böyle olacağını umuyorum.

Rezervasyon yaptığım Africa Hostel kolayca bulabileceğim bir yerde olmasına rağmen arkama takılan bir değnekçiden kurtulamadım. Adam takıldı peşime ille de o götürecek. Eminim şimdi adres gösterdiği iddiasıyla para isteyecek. Tesadüf sınır girişindeki rehber ile aynı ismi taşıyorlarmış. Bunun adı da Hasan. Ona, param yok dediğim halde peşimi bırakmadı. Hostela geldiğimizde ayrılırken rolünü oynamaya başladı. Geçim derdi, çoluk çocuk gibi bir sürü ajitasyonla resmen işi dilenciliğe döktü. Gerçekten de karşımdaki adama şöyle bir tepeden aşağı baksanız, sokaktan geçerken bile çıkarıp birkaç lira verirsiniz. Ben de üzerimde Fas parası olmadığı için daha sonra ödemek üzere resepsiyondan 10 Dirhem ödünç alıp Hasan’a uzattım. Daha fazlası için yüzsüzlük yapmadı. Verdiğim 1 Euro karşılığı Fas parası onu tatmin etmişti.

Otelci Nurettin’i sevmedim. Tam bir üç kağıtçı ve yalamanın biri… İnternet ortamındaki işletme politikasında kredi kartının geçerli olduğu yazmasına rağmen pos cihazının bulunmadığını bahane etti. Zaten çok paspal bir yer. Ayak altındaki odalarda kalmak yerine çatı katındaki bir müstakil odaya kapak attım. Yatak çarşaflarının rengi solmuş. Battaniye kılıfsız... Uyku tulumumla yatmak zorundayım. Burası için tıpkı bir güvercin kulübesi diyebilirim. 




                                                 Tetouan,Fas


Akşam olmadan Tetouan’da dolaştım. Zaten küçücük bir yer. Medina denen eski şehri gezdim. Kerpiç evler ve dükkanlar biri birlerine labirent gibi daracık yollarla bağlanmış. Mavi renklere boyalı küçük ve alçak kapılı evlerin arasında adeta kayboldum. Zaten bazı noktalarda daracık tünel gibi yerlerden geçiyorsunuz. Nereden hangi yola çıkacağınızı bilmek mümkün değil. Bir ara dönüp dolaşıp aynı yerlerden tekrar geçtiğimi fark edince medinadan çıkmak için haritama bakmak istedim. Ama çaresiz bu kadar dar sokakları göstermesi mümkün değil. Sadece yön yordamı ile ne tarafa yürümem gerektiğine karar verip oraya yöneldim. Sonunda yeni şehre gidebilmek için doğru yol bulundu.



 Ceuta Limanı,Ceuta,İspanya(Afrika)
                       Ceuta Limanı,Ceuta,İspanya


Ceuta’dan buraya da taş çatlasa 40-45 kilometre kadar yol gelmiştim. Demek oluyor ki bu küçücük kasabada nerden baksam en az on beş kilometre kadar dolaşmışım. Caddeler kalabalık ve çoğu yerinde taş döşenmiş olduğu için sürüş kolay değilse de yeni yerler keşfetmek çok zevkliydi.

Günlük sürüş 70 km,
Total : 3.286 km


CHEFCHAOUEN (Fas)
9 Aralık-10 Aralık, 2015  

Fas, Cezayir ve Tunus her zaman çölleriyle akla gelse de kıtanın kuzey kısmı tarıma elverişli arazilerden oluşuyor. Seyrek ölçüde zeytin ve çam ağaçları ile kaplı pek çok köyden geçerek Chefchaouen’e yaklaşırken dağ yolunda yaban çileği satan çocuklarla takıldım. Çocuklar dünyanın her yerinde aynı masumiyete sahipler; saf ve temiz…

Yol kalitesi çok elverişli değil. Emniyet şeridi falan yok. Hatta gidiş geliş yolunu ayıran kalın çizgi bile yok. Ne var ki geçen araç sayısı çok az olduğu için çekinmeden yolun ortasında bisiklet kullanabiliyorum.

Rif Dağları’nın yamaçlarında sürekli iniş çıkışlarla Chefchaouen’in eteklerine kadar geldim. Faslıların dilindeki adı Şafşavan olan Fas’ın en popüler bu turistik şehri hemen karşımdaki tepenin yamacında beni bekliyor. Türkiye ile Avrupa arasında bir saatlik zaman farkı Fas’ta iki saate çıktı. Saat henüz 15.30 ‘u gösteriyordu. Buraya kadar altmış kilometre gelmişim. Birçok yerde oyalanmama rağmen bu hiç de fena sayılmaz. Asıl iş bu son noktada başlıyor, bakalım karşıdaki korkunç yokuşları nasıl çıkacağız.


 Chefchaouen,Fas
                                                                                      Chefchaouen,Fas


Tepedeki Şafşavan'a çıkaran son beş altı kilometrelik yol neredeyse bir saat kadar sürdü. Bazı bölümlerde rampalar öyle dikleşti ki, buralarda bisikletimi itmek zorunda kaldım. Nihayetinde aşırı bir yorgunlukla gelebildiğim Medina içindeki Hotel Soika’dayım. Altı kişilik yatakhanede iki günlük yatak ücreti 14 Euro. Buna karşılık yirmi Euro ödeyerek paranın üzerini Fas Dirhemi olarak aldım. Ayrıca yirmi Euro daha bozdurdum. (1€=10,60 DH)

Şafşavan ya da Fransızcalaştırılmış ismiyle Chefchaouen, mavi boyalı evleriyle ünlenerek Fas’ın en tanınmış şehirlerinden biri olmuş. Bir dönem İspanya’dan sürülen çok sayıda Arap ve Yahudilerin buraya yerleştirildiği biliniyor. Şehrin iyi korunmuş tarihi bir kalesi var. Fakat benim için en zevkli tarafı Medina’nın mavi boyalı evleri, dar sokaklı çarşısı, hareketli Pazar yeri ve bir de özellikle akşam üzeri mesai çıkışında yerli halkın başlarına üşüştüğü sokak yemeği satıcıları.

Burada kaldığım iki gün içinde sürekli sokaktaki satıcılardan yemek yedim. En sevdiğim şey küçük taslarda servis edilen kaynamış nohut oldu. Bunun yanında nohut ununun fırınlanmış versiyonu olan adını bilmediğim bir şeyler daha tattım. Fakat pek çok Faslının severek yediği salyangozlardan yemeye bir türlü cesaret edemedim.

Gündüzleri çarşı Pazar dolaşıp çok renkli resimler çektim. Buralarda insanları fotoğraflamak pek kolay olmuyor. Makineyi gördüklerinde verdikleri tepkinin dozu insanların misafirperverliği hakkında bazen hayal kırıklığı yaşatabilir. Tabi ki bu genellikle Müslüman toplumlardaki resim çektirmenin günah sayıldığı ile ilgili olsa da uzak doğudaki değişik din toplumlarında da aynı tepki ile tanıştığımı söyleyebilirim.



 Chefchaouen,Fas

                                           Chefchaouen,Fas


Yatakhanede ilk gün sadece iki erkek kalmışken, ikinci gün gelen dört bayanla azınlığa düştük. Odamız ve duşumuz çok temizdi. Ancak üst kattaki ortak kullanımlı mutfak için pek olumlu şeyler söyleyemem. Çatı katında ise duvarsız yan yana kilimlerle bölünerek oluşturulmuş odacıklarda ucuza kalanlar vardı. Bunlar “Roof “dedikleri çatı konaklama alanları… Pek elverişli koşullar olduğu söylenemez. Buraları Fas’a özellikle esrar içmek için gelen geçler tercih ediyorlar. İstedikleri saatte cigaralarını içip yer yataklarında uyuyorlar.


Yemek pişirirken orta kattaki mutfağın önündeki antrede yemek masasındaki küllüklerde söndürülmüş zıvanalar dikkatimi çekmişti. Daha sonra iki genç açık açık sarıp içtiler. Biri ayrılıp gittiktensonra tek başına kalan diğer gençle biraz konuştuk. İki dakikada çocuk hayatını deşifre etti. İspanya da polis takibindeymiş, bir süre burada takılmasının daha hayırlı olacağını anlattı.

Fas dışarıdan gelebilecek tehlikelere dikkat edilmesi gereken bir yer. Bizim gibi bisikletle gezen kişiler daha ayrı bir dikkat göstermeli. Çünkü dışarıda çadırlarımızda kalıyoruz. Her türlü yerde konaklamak gibi bir durumumuz var. İnsanlara çok yaklaştığımız için nereden zarar gelebileceğini iyi bilmemiz gerekiyor.

Total : 3.361 km

FES (Fas)
11 Aralık-13 Aralık,2015

Önümde iki yüz kilometrelik bir yol var. Hedefim üçüncü günde Fes’e varmak. Şafşavan 650 metrelik bir rakıma sahip, tepede kurulmuş bir şehir. Bunun üzerine daha fazla yokuşla karşılaşacağımı düşünmemiştim. İki kilometrelik bir rampa tırmandım, ama öyle az buz değil; insanın iflahını kesen cinsten…

Günün ilerleyen saatlerinde N13 numaralı yolda iniş çıkış derken bir süre tehlikeli virajlardan geçtim. Yolun kenar çizgisinden sonra bisiklete kalan genişlik yirmi santim bile değildi. Tetauan’dan sonra geniş emniyet şeridinden vaz geçtim; kenar çizgisinden sonra şöyle bir yarım metrelik sürüş yolu bulsam sevineceğim. Maalesef karşılıklı iki araç geçişlerine denk geldiğimde arkamdakiler sürekli korna çalıp yoldan çıkmamı istiyor. Düz yolda olsak idare ediliyoruz. Fakat rampa çıkışlarında vites düşürüp beklemiyor, ver yansın korna çalıyorlar.

Bazen aldırmadan, inatla yolun daha da ortasına gelip hiç istifimi bozmayıp tırmanmaya devam ettiğim oluyor. Sonuçta ben de trafikte bir vasıtayım. Burası da otoban olmadığına göre yavaş gitme hakkım var. Başka alternatif olsa anlarım. Beni trafikte saymak zorundalar. Bence yapmaları gereken karşıdan gelen aracı bekleyerek uygun zamanda beni sollayıp yoluna devam etmek olmalı. Bu kadar basit bir şeyi Avrupalı yapıyor ama, nedense buralarda yapamayan daha çok. Konuyu müslümanlığa veya araplığa  getirmeyeceğim. İnsanların dini ve milliyeti olur, ama domuzların olmaz...


 Quazzene,Fas
                                               Quezzane,Fas


Quezzane’ den sonra dağlık bölgeler geride kalmış, daha düzlük tarım arazileri başlamıştı. Yetmiş kilometre kadar yol yapmıştım. Bir süre daha devam ettim. Artık öyle uzun rampa tırmanışlarıyla karşılaşmıyordum. Fas’taki çadırda kalacağım ilk gecem için uygun bir alana girdim. Nedense kendimi Avrupa topraklarındaki kadar rahat hissedemiyordum. Yine aynı kıtaya övgü gönderdim! Elimde değil, bunun altında yatan oralarda görüp yaşadığım şeyler olmalı.

Bir süre yakınlardan gelen çıngırak sesleri duyuyordum. Bu çevrede otlayan koyun veya keçi sürüsü olabilirdi. Yanıma yaklaşmaması için dua ettim. Çobanla muhatap olmak zor olacak diye düşündüm. Belki de güvenemeyip yer değiştirmek, ya da sabaha kadar hiç uyumamak durumunda kalacaktım. Neyse ki çıngırak sesleri uzaklaştı. Yerini derin bir sessizliğe bıraktı. Şimdi de sessizlikten kıllanmaya başlamıştım. Avrupa’da sabahlara kadar cıvıl cıvıl kuşlar öter, bazen tavşanlar veya domuz sürüleri gibi ziyaretçilerim olurdu. Onların çadır çevresindeki varlığı bana, çevremde insan olmadığının garantisini verdiği için güvende hissettirirdi. Gece geç saatlere kadar oturdum.

Çantamın bir yerlerinden İspanya’dan beri yanımda taşıdığım balık konservesi çıktı. Son günlerde ardı ardına hostellarda kaldığım için çoktandır çiğ soğan yememişim. Limonum da vardı. Konserve bile olsa balığın tadı bambaşka bir şey, hele ki üzerine helvanız da varsa tamamdır. Gerçi helva yerine sadece pekmezimin sonunu ile kendimi kandırdım. Tahinim çoktan bitmişti.

Kilometre saatime baktım, bugünkü sürüşüm yüz kilometrenin üzerindeydi. Bu kadar rampa tırmanmama rağmen iyi yol yapmışım. Sanki bu kıtada gündüzler uzamış gibi geliyor. Sabah yola çok erken çıkmam da benim için avantaj oldu. Bu durumda Fes’e varmam üç gün sürmeyecek, belki de yarın akşam üzeri orada olacağım.

Sabah Jorf El Melha girişindeki satıcılardan kilosuna 7 Dirhem (0.65€) ödeyerek bir kilo muz aldım. “Selam- aleykum” diye yaklaşınca satıcı amca şöyle bir heyecana geldi. Tipe bakılırsa benim Avrupalı bir kafir olabileceğimi düşüneceğinden hiç şüphe duymadım. Tabi, Türkiye’den olduğumu öğrenince bakışı değişiyor. Birkaç dal fazla muz koyup hediye ettiğini söylüyor. Amcaya Arapça şükranlarımı sunarak ayrıldım.

Henüz öğlen olmadan Fes’e 60 km kaldığını gösteren bir tabela ile karşılaşınca kendime bir mola verip muzların yarısını götürdüm.  Bugün 90 km yol yaparak akşam üzeri Fes’e  girdim. Bugünkü yolculuğum düne göre daha rahattı. Önce şehrin girişinde surları gezdim. Sonra yol boyunda deri kurutan eşekli sepicileri resimledim. Çevreden burnuma idrar kokuları geliyordu.

Yarın için rezervasyonlu olduğum Gite Sekaya Hostel’a yerleştim. Buraya gelirken yine peşime bir ayakçı (veya adresçi) takıldı.  Medinanın  daracık labirent sokaklarında bu kez kendisine ihtiyaç duyduğum için hiç itiraz etmedim. Hostel kapısında bir süre zil çalıp bekledik. Kapıyı açan yok. Adresçi kendisini tanıyormuş, cep telefonu ile aradı. Yandaki binadan gelen biri kapıyı açtı ve içeriye girdik. Bahşiş olarak verdiğim 1 Euro beğenilmedi tabi ki, bir yarım daha ekleyerek ikna ettik.

Fes’de gezilecek en önemli yer eski şehir olan Fes El Badi’ye geldiğinizde kendinizi üç-dört asır öncesindeymiş gibi hissediyorsunuz. Her şey öylesine geleneksel ki, bunlardan biri de deri tabakhanesi… Burada üç yüz yıl öncesine dayanan deri işleme tekniği ile imalat helen devam ediyor. Tabakhane çevresindeki pek çok deri eşya satıcılarının bulunduğu binaların teras katlarında seyir noktaları var. Zaten sokak aralarında dolaşırken değnekçiler sizi oralara çıkarmak için çabalıyorlar. Böyle bir hizmeti almak sadece 1-2 dolarlık bahşişe mal olur. Bence görmeye değer…

Surlarla çevrili Medina denilen bu eski şehre on dört ayrı kapıdan giriliyormuş. Benim kaldığım yer zaten tam içinde olduğu için istediğim zaman kendimi dışarıya atıp şehrin binlerce sokakları içinde kayboldum. Alışık değilseniz çengellere asılı açıkta satılan etler, kesik süt gibi ekşi kokan peynirler, deri ve taşımada kullanılan hayvanların sidik kokuları sizi rahatsız edebilir. Bazen de havaleli yükleriyle geçen bu hayvanlara yol vemek üzere kenara çekilip beklemek zorundasınızdır.

Fes’de nereleri görmeniz gerektiği hakkında her kaynaktan pek çok bilgi edinebilirsiniz. Eğer zamanınız uygunsa 2-3 gün kalmanızı öneririm. Ben buraya gelmeden önce görmeyi planladığım birkaç noktayı haritamda işaretlemiştim. Bu noktalardan biri sekiz yüzlü yılarda kurulan Keyruvan üniversitesi oldu. Gerçi dış kısımlarında tadilat yapılmakta olduğu için kapalıydı. Fakat bir Fransız çift girmek için görevliyi aşırı ısrarla ikna etmeyi başarınca ben de beraber içeriye daldım.


İlk günden konaklama ücretini ödemek istediğim halde sonraya öteleyen hostel sahibi arkadaşımızın bit yeniği son günde ortaya çıktı. Sabah yola çıkacağım. Akşamdan hesabımı kapatayım dedim. Büyük yataklı oda verdiği için iki kişilik para koparmaya bakıyor. Bu beni bağlamaz tabi ki, itirazıma verdiği karşılık çok şerefsizce… Burası için internet üzerinden yaptığım iki günlük rezervasyonum vardı. Ben bir gün erken giriş yaptım. Bunu bahane edip kalmayacağım üçüncü günün de parasını istiyor. Halbuki bunu baştan konuşmuştuk. Ben bir gün daha fazladan kalmayı taahhüt etmedim, rezervasyonumu erken kullanmayı teklif ettim. Benden başka da birkaç tane müşteri var. Yani adamın programını bozan bir durum yaratmış değilim.


 Fes,Fas

                                                      Fes,Fas


Karaktersiz adamın bahaneleri bitmedi. Genellikle ortak mutfaklarda işletmecinin sunduğu çay- kahve ortalıkta olur, burada kalan bir Polonyalı genç ile beraber oturma salonunda iki fincan nescafe içmiştik. Herkes gibi aynı kahveden kendim hazırlayıp getirdiğim iki tas kahve için dört Euro para istemesin mi?! Vay lavuk vay...Günlük oda fiyatım dört Euro lan pezevenk! Allah’ım, tam sopalık bir pislikle karşı karşıyayım. Madem ince hesap restleşmesi var, ben de online rezervasyondaki koşullar gereği “hoş geldin içeceği” adı altında bir fincan kahvenin zaten hakkım olduğunu savundum. İki günlük yatak ücretim sekiz Euro ve iki Euro da kahvenin kazığı ile on Euro ödedim. Hala yakamı bırakmıyor. Tutturdu iki Euro şehir vergisi var diye… “Tamam” dedim, “kes faturamı” ödeyeceğim. Anında yalan, bizdeki “Fatura muhasebecide” kılıfı... Sanki faturanın muhasebecide olması fatura kesme zorunluluğunu ortadan kaldırıyor. Aksine bulundurmamak suçunu işliyorsun be adam. Tabi avucunu yaladı.


Olayın en salakça kısmını anlatayım… İnanılır gibi değil. Bu rezervasyonu yaptığım sitede üyeler konaklama sonrası görüşlerini yazıp işletme hakkında yorum ve puanlama yapabiliyorlar. Bu salak beni aptal sandığı için mi, yoksa o gün için üç kuruşa bile tenezzül edecek kadar parasızlıktan gözü döndüğü için midir bunu düşünemedi, bilmiyorum…Yaptığım olumsuz yorumu sileyim diye konaklama bulucu şirkete ulaşıp bana mail göndertti. Tabi ki nafile; benim gözümde senin gibi yaratıkların affedilme hakları yoktur be kötü adam…

Kahve içtiğimiz Polonyalı arkadaşımız yıllar önce Müslümanlığı seçmiş İslami giyimli, saçı sakalı salmış birisi… Yanında eşi olduğunu sandığım çarşaflı bir bayan vardı. Peter’ı kadınla beraber sadece kahvaltı yaparlarken gördüm. Burada uzun süreli kalıp Arapça öğreneceklermiş. Gerçi daha önce orta doğuda öğrenmişler. Mısır lehçesinden sonra buradaki lehçeyi de öğrenmek istiyormuş. Peter sohbetlerimizde Türkiye’deki Müslüman yaşamını beğenmediğinden falan da bahsetti. Neredeyse bana gerçek Müslüman olmadığımı ima eder gibiydi. Fakat yine de saygılı bir şekilde tercih ettiğim gibi yaşamamı hiç kimsenin değiştirme hakkının olmadığını da ekledi. Ben de ona saygı duydum. Bu temiz kalpli çocuğa -ucundan tanık olduğu için- hostel sahibi arkadaşın tutumunu sordum. Bu bir islam meselesi değil, iyi ve kötü insan meselesidir, diye yorumladı. Biraz da felsefik davrandı. Ona yanlış yaptıran bugünkü düzenin şartlarıymış. Çoluk çocuğunun açlığından, geçim derdinden başladı Fas’taki fakirliğe kadar bir sürü şey anlattı. Zaten adam buranın mülk sahibi falan değil, sadece işletmecisiymiş. Tabi ki konuşmamızın sonunda yapılanın bir hile olduğu, bunun da İslamiyet bir yana, insanlık adına terbiyesizce bir davranış olduğu konusunda birleştik.

Total: 3.551 km


MEKNES (Fas) 
14 Aralık,2015 

Sabah kahvaltımı getiren hostel çalışanı sanıyorum dün akşamki konudan habersiz bana karşı samimiyetini devam ettirirken diğer sahtekar kardeşimizde biraz pişmanlık sezinledim. Acaba Peter kendisine bir şeyler mi söylemiştir, diye düşündüm. Her neyse, suratsızın yüzüne bile bakmadan yükümü sarıp sarmaladıktan sonra ayrıldım. 

Buradan Meknes’e devam edeceğim. Şehir kalabalık fakat trafik düzeni beklediğim kadar kötü değil. Yolumun üzerinde baktım birkaç tane kulübe var. Otoban girişi olduğu anlaşılıyor. Yanaştığımda bisiklet girişiyle ilgili yasak tabelası yok, hiç kimsenin beni gördüğü de yok. Hani şeytanın dürttüğü söylenir ya, öyle bir şey oldu. Yandan bisikletle sızdım, bastım pedala… 
Yol, bize göre otoban denebilecek standartlarda değilse de fena sayılmazdı. Çevresindeki tel örgüler patlatılmış, çimenlerde otlayan koyun sürüleri var. Bir ara karşımdan yaya olarak gelen gençlere makinamı ellerine verip resim bile çektirdim. Otobandaki ilk yirminci kilometrede, önüme bir araç yanaştı. İçinden sarı renkte reflektörlü giysileriyle iki kişi inerek beni durdurdular. Suç üstü yakalanmıştım. Fakat kendimi çok rahat hissediyordum. Böyle bir kuralsız ülkede bana karşı katı olabileceklerini düşünmüyordum bile… Tamam bisiklet yasak, biliyorum ama bir tane yasak bildiren tabela gösterseniz kafamı keseceğim. Tabi ki bu belki sadece basit bir bahaneden öteye gidemeyebilirdi. 
Konuşmamın sonunda otobana kaza ile girdiğimi kabul ettirdim. Arkadaşlar gayet ılımlı davranıp hiç tartışmaya girmeden yol verdiler. 
Artık hedefime gelmişitim.Meknes’in varoşlarında otobandan çıkmak için tel örgülerin olmadığı bir yerde durdum. Tek engel yol kenarındaki korkuluklardan bisikletimi atlatmaktı. Çantalarımı sökmek zorundaydım. Tam bu sırada bir polis aracı yaklaştı. İki genç polisle biraz makara yaptık. Onlar da beni ikaz etmek için durmuşlar. Bu bahaneyle otobana kasıtlı girmediğimi ve artık devam etmeyeceğimi söyleyip kendilerinden yardım istedim. Çantaları sökmeden bisikleti üç kişi kaldırıp korkuluklardan atlattık. Daha önce Arnavutlukta yaşadığım bir otobon maceramdan sonra bir ikincisini de buralarda yaşadım.


 Fes-Meknes Otoban,Fas
                                      Fes-Meknes Otoban,Fas


Sıkıysa Avrupa'da yap da görelim, diyebilirsiniz. Yaptığımı ve gördüğümü anlatayım. İtalya Trieste'den çıkarken iki arkadaş çok kısa metrajlı bir üst geçit yoluna daldık. Bisiklet yasağını görmedik. Altından devam etmeliymişiz, farkında değiliz. Daha yüz metre ilerlemeden polis aracı önümüzü kesti. Hemen geri dönmemizi istediler. Biz Türk polisine benzettik adeta, biraz derdimizi anlatmaya çalıştık. Hani üst geçidi geçelim hiç olmazsa, sonra yasak yolu ter ederiz... Şimdi bu ters yoldan nasıl geri döneceğiz gibi ayaklar falan, tabi ki yemedi...

Polislerden biri bir elini belindeki silahının kabzasına koyup, diğer eliyle kelepçeleri çıkardı şöyle bir havada salladı. İngilizce falan da değil, kendi dilinde bir kükredi. Bu arada anlamadığımız dilin küfür olduğu aşikardı, bir güzel yedik. Sonrasını ingilizceye döktü ve "Turn back, turn!.." diye gözü dönmüş vaziyette bağırmaya başladı.Biz geri döndük ve kenardan kenardan toz olup eridik.Yolun sonundan da bakıyoruz, halen bizi kesiyorlar mı diye...
Meknes’den Marakkeş’e otobüs yolculuğu yapmaya kararlıydım. Bu kadar uzun bir yolu pedallamaktan keyif alamayacağımı düşünüyordum. İlk önce otobüs terminaline gelip biletimi ayarladım. Muavin Muhammet akşam 21.00 de kalkacak otobüsün kalkış peronunu gösterdi. Bilet karşılığı 120 MD yolcu ve 30 MD bisiklet için ücret ödedim. Bunun karşılığı da 14 Euroya denk geliyor.


 Meknes,Fas
                                                  Meknes,Fas


Hareket saatine kadar uzunca zamanım vardı. İşlek bir yol üzerindeki kahvede oturup bir süre insanları seyrettim. Fas’da nane çayı herkesin baş tutkusu sayılır. Ben de modaya uyup demlikle gelen nane çayını tercih ettim. Spor yapmak ne kadar güzel bir şey, yorgunluk olmadan dinlenmenin keyfine varılmaz. Çayın keyfi o kadar iyi geldi ki, sağlığıma şükrettim.


 Lahdim Meydanı,Meknes
                                          Lahdim Meydanı,Meknes,Fas


Daha sonra yarım kızarmış tavuk alıp parkta şehrin pek çok yerini gezdim. En çok eğlendiğim yer Lahdim Meydanı oldu. Burada kobra yılanını boynuma saran yaşlı amcaya itiraz etmeden bahşiş karşılığında resim çektirdim. Tıpkı Marakkeş’deki Jemaa El Fnaa Meydanı’nda olduğu gibi geniş bir meydana havanın kararmasıyla beraber onlarca satıcı, seyyar yemekçiler, dövmeciler, cambazlar, yılan oynatıcıları doluşmaya başladılar. Zaman ilerledikçe meydan daha da kalabalıklaştı, ortalık iyice renklendi. Saatlerce buralarda zaman geçirip çok değişik bir gece yaşadım.
 

 Meknes,Fas


Terminale döndüğümde otobüsün hareketine bir saat kadar kalmıştı. Muavin Muhammed’i buldum. Gidonu ve sadece ön tekeri sökerek beraberce bisikletimi bagaja yerleştirdik.


Günlük sürüş 79 km, 
Total : 3.630 km 


MARAKKEŞ 
15 Aralık-16 Aralık, 2015 

Fas’ta karayolları ağı çok fazla değil. Mevcut otobanlar uygun standartların gerisinde kalmış. Konforsuz otobüslere rağmen rahat bir yolculuk taptığımı söyleyebilirim. Sanıyorum araç sayısının azlığı yolları yeterli kılıyor. En azından sadece  bir birlerinden yüzlerce kilometre uzaklıktaki büyük şehirlere girerek yolcu inidirip  alıyorlar. Öyle her köyün başında durmak yok. Zaten otobandan çıkıp büyük şehir garajına geliyor, buradan tekrar otobana giriyor ve yoluna devam ediyor.

Sabahın ilk ışıklarında Marakkeş otobüs terminalinin tam karşısındaki bir benzincide indirildim. Otobüsümüz buradan Agadir yönüne devam ettiği için terminale girmiyormuş. Muhammed arkadaşımız ile beraber bisikletim ve diğer eşyalarımı indirerek vedalaştık. Parkta bisikletimi toparlarken biraz üşüdüm, ama daha sonra güneş yükseldikçe ortalık kırılmaya başladı. Bu arada para dilenmeye gelen birinin tacizi ile karşılaştım. Üzerimde gerçekten de Fas parası yoktu. Adam paradan caydı, bu defa sigara koparmaya çalıştı. Sigara içsem paketle vereyim, yok… Baktı ki benden ekmek çıkmayacak, ağız dolusu cümleler sarf edip uzaklaştı. Kesinlikle küfür ettiğini düşünüyorum. 

Medina’nın sur kapılarından pek çok giriş varken ben ana yolda pedallayıp önce Koutoubia Cami ve Minaresi’ne geldim. Meşhur Jama El Fnaa Meydanı da hemen buranın biraz ilerisinde bulunuyor. Kalacağım hostela giriş yapmadan önce check in saatine kadar biraz dolaşmak niyetindeyim. Hiç durmadan Bab Agnaou ve Royal Palace’a gittim. Sarayın çevresini dolaşırken Türk turist kafilesiyle karşılaştık. Bisikletle buralara kadar gelmiş olduğum için beni kahraman ilan ettiler. Tura Roma’dan başladığımı öğrenmeleri onları daha da şaşırttı. 

Haritama göre Hostel Purple Camel, Kıraliyet Sarayı’nın güneyinde El Fnaa Meydanı yakınlarındaki bir sokakta bulunuyor. Buradan sadece bir kilometre sürer. Aynı yoldan geri dönmektense kendimi Medina’nın varoşlarına salıp toz toprak içindeki mahallelerden geçerek çarşıya girdim. Sokaklar daracık, insanlar dışarıda sergilenen malların arasından biri birlerine sürtünerek geçebiliyorlar. Bu arada satıcılar batılı gördükleri herkese askıntı olup bir şeyler satmak umuduyla içeriye çekme yarışındalar. Bisiklete binmek gibi bir şansım yok, iterek yürüyorum. Sokaklar çok dar ve karışık olduğu için bir ara yönümü kaybettiğimi fark ettim. Uzun zamandır kapalı çarşının içindeyim. Bu durumda telefonum uyduyu görmüyor. Nihayet iki kez sormak zorunda kaldığım El Fnaa meydanına çıkabildim.

 Koutoubia Minaresi,Marakeş

                       Koutoubia Minaresi,Marakkeş

Buradan hostelı bulmak artık çok kolaydı. Adresi buldum fakat hostel burada değil, işin içinde bir arıza var. Haritanın gösterdiği adresteki işletmeci benim gibi hostel diye gelen bir sürü kişiye yol göstermek durumunda kalmaktan dert yanıyor. Meğer Purple Camel’i çalıştıranlar adreslerini Google üzerinde yanlışlıkla buraya konumlamışlar. Harita kullananlar buraya düşüyorlar. Cadde ve sokak adına göre adres üzerinde giderseniz ancak doğru yeri bulabilirsiniz. Mecbur kalıp daha fazla dolaşmak yerine peşime takılıp ille de adrese kadar beni götürmeye çalışan ayakçıyı reddetmedim.Boşuna değilmiş bu adres göstermek işi, gerçekten de bu ülkede gerekli geçerli bir meslek.


Neredeyse bir kilometre kadar yürüyerek Purple Camel'e geldik. Genç çocuk bahşiş bekler. Yirmi Euro para bozdurmuştum çıkarıp 10 MD verdim, ama az buldu. Hadi bir onluk daha ekleyelim dedim. Çocuk uzun yol geldi.Yok parayı yere atma rolleri yapıyor. Oğlum ben kapitalist ülkelerden gelen biri değilim, diyorum. Al şu parayı, git… Yirmi dirhem iki Euro yapıyor. Biraz katı mı davranıyorum acaba? Elinden parayı çekip aldım ve bunun bir bahşiş olduğunu izah ettim. Adı üzerinde “Bahşiş” diyerek basa basa söyledim… Verip vermemekte serbest olduğumu anlattım. Çocuk bu arada şoklanıp, kendine geldi. Miktarı belirlemek benim hakkım olması gerektiğini kabul ettirdiğimi sanıyordum. Parayı aldı ve aşikare bir memnuniyetsizlikle söylenerek ayrıldı. Kesin, yine küfür yedim. Evladım, kilosunun dört-beş Euro olduğu ülkede sana yarım kilo et parası verdik, şükür et de gözünde dizinde durmasın...

Marakkeş’de kaldığım sürede Medina (Eski Şehir) bölgesinde girip çıkmadığım yer çok azdır. Geceleri de gündüzleri de El Fnaa Meydanı’ndaki curcunanın içinde olmaktan keyif duydum. İki gün burada kurulan yemek tezgahlarında ucuz et yemekleri yedim. Kuskus, yeşil mercimek ve nohutla yapılan yemekleri ve de Tajin dedikleri özel güveçte sebze ile pişirilen et yemeği fena değildi. Çok merak ettiğim halde şu salyangoz çorbasını içmeyi halen deneyemedim.


 El Fnaa Meydanı,Marakeş,Fas
                                       El Fnaa Meydanı,Marakeş,Fas

Şans bu ya,  Marakkeş'de  Fransa’da tanıştığım flan tatlısı ile karşılaştım. oradaki tadı tam bulmasa da dilim fiyatı sadece 0.60 Euro. Geçmişteki Fransız sömürgecilerden kalan ortak mutfak kültürünün miraslarından olmalı, pastanelerin çoğunda flan gibi daha çok değişik pasta ve tatlı çeşitleri var. 


Marakkeş’deki marketlerin çoğu Fransız firması Carrefoursa markasını taşıyor. Büyük marketlerde içki bulabilmek mümkün, ancak bu reyonları özellikle bodrum katlarına kurmuşlar. Buralara mağaza bölümünden girebildiğiniz gibi ayrıca giriş çıkış yapabileceğiniz kapıları da kullanabilirsiniz. Satın aldığınız içkilerin ödemesini sadece buradaki kasalardan yapıyorsunuz. Fiyatlar Türkiye’ye kıyasla çok yüksek olmasa bile Avrupa’dan pahalı. Ben isimsiz bir 70 lik viski için yedi buçuk Euro ödedim. Bu parayla Avrupa’da en azından bir J&B veya Balck&White alabilirsiniz.

 
 İplikçiler,Medina Çarşısı,Marakeş,Fas

                                     İplikçiler,Medina Çarşısı,Marakeş,Fas


Marekkeş'deki bu mağazanın içki satılan bölümündeki kapısından çıkarken esrar satıcılarının mal teklifi ile karşılaştım. Şaka yollu "haşhaş haram" değilmi, diye sormam birini çok sinirlendirdi. Elimdeki poşette içki olduğunu biliyor ya kurnaz, onu gösterip alkolün haram olduğunu söyledi. Ben de laf olsun diye " benim dinimde haram değil", deyiverdim. Türk olduğumu bilmiyor tabi, şoklandı ve öyle bir durdu ki, yürüyüp geçtim.


Marketlerden bahsederken bizdeki islâmi marketler zincirinden birinin de buraya kapak atmış olduğunu görünce çok şaşırdığımı söylemeliyim. Konsept bizdekinin aynısı, hem de tabelasındaki yazı karakteri ve renklerine kadar… Mağaza sayısının üç yüzün üzerinde olduğunu öğrendim. Ayrıca Mısır’da da iki yüzün üzerinde şubesi varmış. 

TADDART QUFELLA (Fas) 
17 Aralık,2015 

Sabah erkenden yola çıktım. Marakkeş uyanmış, sokaklar kalabalık. El Fnaa meydanı dün gece ağırladığı binlerce misafirin bıraktığı çöplerle gırtlağına kadar pislik içinde kalmış. Bozuk kılıklı işçiler bir yandan temizlemeye çalışırlarken, meydanın ana cadde girişindeki fayton çeken atlar kirletmeye devam ediyorlar. Beygirlerin arkalarına dışkılarını yere yapmamaları için çuval bezi germişler, ama göstermelik olmuş; pisliğin yarısı içine bir yarısı yere dökülüyor. O kadar çok at var ki, hadi gübreden vaz geçelim, idrar kokusuna dayanmak mümkün değil. Yerler idrardan sürekli ıslak kalıyor. Yakınından geçenler burunlarını tıkamaya çalışıyor, ama nafile...


  Medina Varoşları,Marakeş,Fas

                                     Medina Varoşları,Marakeş,Fas

Medina’dan çıkmak üzereyken çoğunluğunu demirci sanatkarların oluşturduğu bir mahalde seyyar satıcılardan iki tas nohut çorbası içip içimi ısıttım. Henüz düz yolda pedalladığım için vücudum ısınmamıştı. Çorba çok iyi geldi. Fas maceramın en önemli kısmını yaşıyorum. Önümde tahminen yarın geçebileceğim Tizi-n Tichka geçidi var. Burası dünyanın sayılı extrem zirve geçişlerinden biri… 


Ardından yine heyecan verici yer olarak Sahra Çölü’ne erişilen iki köyden biri olan M’hamid’e ulaşacağım. Burası da Zagora’dan yaklaşık yüz kilometre güneyde N9 karayolunun bittiği yer. Fas’da Büyük Çöl’e ulaşabileceğiniz bir de Merzouga köyü var. Okuduğuma göre orası daha etkileyici görünüyor. Eğer bu turumu Roma’dan başlamak yerine sadece Fas’a ayırmış olsaydım kesinlikle Merzouga’ya gitmeyi düşünürdüm. Umuyorum M’hamid de bana Sahra Çölü’nün keyfini yaşatacaktır. 

Yılbaşından bir hafta kadar önce Lizbon’da olmalıyım. Orada Giacomo ile buluşacağız. Madrid’den Türkiye’ye uçacağım uçak biletimin tarihi ise 6 ocak 2016… Tabi ki Lizbon’dan Madrid’e otobüs veya tren kullanırız. 

Ait Oirir güneyde kasaba sayılabilecek kadar büyük bir yerleşim. Marakkeş’in düzlük ovası artık bu noktadan sonra yokuş vermeye başladı. Buradan yine N9 numaralı kara yolu ile akşama kadar pek çok tırmanış yaptım. Yollar hiç güvenli değil. Sürücüler her tarfından ses gelen, dökük kaportalı, kabak lastikli o eski model araçlarla kaptırmış gidiyorlar. Hiç korku yok.

Sanıyorum şu Tizi’n Tichka macerasını bitirdikten sonra bisiklet kullanmaya devam etmeyebilirim. Bu arada bilmeyenler merak ediyordur, bu geçit hakkında yabancı bir kaynaktan alıntı yaptığım ansiklopedik bilgi şöyle: 

“Tizi n'Tichka Fransızca Col du Tichka olarak anılır. Fas Arapçasında ise 'zor yol' demektir. Kuzey Afrika'nın Fas'taki Orta Atlas dağlarında bulunan deniz seviyesinden 2.260 metre yükseklikteki bu yüksek dağ geçidi Fransızlar tarafından askeri amaçlı olarak yapılmış. Geçiş, Route Nationale 9 kodlu yolun üzerindedir. Tizi’n Tichka Pass'ın en yüksek zirvesinde, çevredeki çarpıcı manzaraların keyfini çıkaracaksınız. Yol Ouarzazate'e doğru akmaya başlarken gezginler, Sahra Çölü öncesi çorak ve kumlaşmış bölgelerden geçerken muhteşem Atlas Dağları'nın sessiz doruklarına hayran kalacaklar. Tizi’n Tichka Geçidi'nden geçmek, gerçekten heyecan verici eşsiz bir deneyimdir. Yetkililer bu yolu genellikle yıl boyunca açık tutulmaya çalışırlar, ancak Kasım'dan Mart'a kadar karlar sebebiyle sıklıkla kapanabilir. Kış aylarında, çığ ve aşırı kar yağışı yolun bazı bölümlerini tıkayabilir. Özellikle sert geçen kışlarda koşullar hızlı bir şekilde değişebileceği için önceden bilgi almadan yola çıkmayın…” 

 Tizi n'Tichka,Fas

                                                   Tizi n'Tichka,Fas

Marakkeş’de bu yol hakkında son defa bilgi aldım. Aralık ayında olmamıza rağmen herhangi bir olumsuz hava koşulu beklenmiyor. Zaten uzun zamandır eskisi kadar sert iklimlerin yaşanmadığı kış boyunca açık kaldığı bile oluyormuş. Fakat macera tutkunlarını üzecek bir şey var. Yolda yenileme çalışmaları başlatılmış. Yeni projelendirmeye göre şu andaki mevcut yılan kıvrımlı virajlar yerine daha bir düzeltilmiş yol yapılacakmış. Bu durumda yolun eskisi kadar ilgi görmeyebileceği söyleniyor. Bunları tırmanışına başlamadan önceki son yerleşim yeri olan Taddart Qufella esnafından öğrendim. 


 Geceyi kasabanın içinden geçen Draa Nehrinin kıyısında çadırda geçirdim. Yarın buradan tam on dört kilometrelik zorlu tırmanışla geçiş noktasına varacak ve bir süre plato sürüşü yaptıktan sonra inişe geçeceğim. Gündüzün sıcaklığına yanılmışım. Tedbirsiz davrandığım için gece soğuktan kalkıp daha sıkı giyinerek ısınabildim. Allah’tan erken uyandım. O soğukta sabaha kadar uyumuş olsam şifayı kapardım. 

Turlarımda üşütüp hastalanmaktan çok korkarım. Kaza bela olabilir. Bu tamamen elimizde olmayan bir şey… Uykuda üzerim açık rüzgârda kalmışım, terliyken soğuk su içmişim gibi dikkatsizliğimiz olmamalıdır. Böyle konularda dikkat etmek lazım. İshal olmak ise baş korkularımdandır. 
Şimdilik kendimi güçsüz hissettirecek bir durumla pek karşılaşmadım, ama daha ileri yaşlarda durum ne gösterir bilemem… 

Günlük sürüş 102 km, 
Total : 3. 732 km 


TİZİ n'TİCHKA GEÇİDİ - AİT IBOURK (Fas) 
18 Aralık,2015 

Taddart’da çoğu insan geçimini bu geçidin yolcularından sağlıyor. Marakkeş’den gelen şehirler arası yolcu ve turist otobüsleri ile sivil araçlar genellikle durup tırmanış öncesi son molalarını burada veriyorlar. Karşı taraftan gelenler de zorlu geçişten sonraki dinlenme yeri olarak yine burayı kullanıyorlar. Yol üzerinde akla gelen her şeyi bulabileceğiniz hediye dükkanlarından, et pişiren restoranlara kadar ne ararsanız var. Çadırım işletmelere yakın olduğu için sabaha kadar bir sürü gece otobüsünün molalarına tanık oldum. Kalkış zamanı geldiğinde yolcuları toparlamak için öyle bir korna çalıyorlar ki, deliksiz uyumak mümkün değil. 

Erkenden kalktım. Dağ havası insanı dinlendiriyor. Gürültülü bir ortama rağmen dinlenmiş ve dinç hissediyorum. 

Eee, derler ya: “Anlatılmaz, yaşanır”, diye… 
Ben keyifle anlatacağım, arkamda bıraktığım her kıvrım yokuşun başında resim çekerek zirveye kadar nasıl çıktığımı. Yolda peşime takılan yavru bir köpekle uzunca bir süre arkadaşlık ederken sevimli keratanın nasıl da arabaların altında kalacak diye beni korkuttuğunu... Peşimi bıraktırmak için çok çaba harcadım.

Bu arada bir sürü turist gezdiren araçlarla karşılaştım. Seyir noktalarında beraberce resimler çektirdik. Muhabbetlerine bakarsanız hepsi bu anı bisikletle yaşamak istediğinden bahsediyor. Fakat soğuktan hemen araçların içine kaçıyorlar. Hepsiyle bu konuda kafa yapmaktan geri kalmadım.

Bir İspanyol çift ile ilginç durum yaşadık. Pinto’dan geliyorlarmış. Benim de gelirken içinden geçtiğim bir İspanyol kasabaydı orası... Merkezdeki parkta oturup yemek yemiştim. Pek çok resim çekmiştim ama, hepsi bilgisayarıma aktarılmış halde olduğu için gösteremezdim. Beni parkta gördüklerini iddia edip yaklaşık o günün tarihini ve hatta parktaki ağaçların, bankların konumuna kadar söylediler. Kurutmak üzere açtığım çadırı bile rengine kadar biliyorlardı. Ne tesadüf, kaç gün sonra bu insanlarla yolumuz bir başka kıtada kesişti. Dünya küçükmüş gerçekten.

 
 Tizi n'Tichka,Fas
                                                        Tizi n'Tichka Geçidi,Fas

Tizi-n Tichka geçidinin -Fransızların söylemiyle “Col du Tichka”- hatıra anıtının olduğu yerde birkaç resim çekerek bu anı ölümsüzleştirip yoluma devam ettim. İyice aşağılara indiğimde artık zirvedeki soğuklar kalmamıştı. Tisselday kasabasında bir polis kontrol noktasını geçtim. Tepelerde taşlarla yazılmış “"Allāh, el Vatan, el Melik- Allah,vatan, kıral” anlamına gelen ülke sloganları vardı. Burada tepeyi arkat plana alarak resim çektim. Kral ne de kıymetliymiş, düşünmeden edemedim. Acaba halk bu sloganın neresinde? 


 Tisselday,Fas
                                                Tisselday,Fas  

Birkaç kilometre ileride gördüğüm bakkalda mola vermek üzere durdum. Yarısı kafe olarak kullanılan çöl yolunun ortasındaki köhne bir kulübeden bahsediyorum. Yan taraftaki masada bir gurup insan kağıt oynuyorlardı. Selam verip oturdum. Türkiye'den olmama heyecanlandılar. Bu çölün ortasında tek başına bisikletle gezen biri zaten hangi milletten olsa sık gördükleri bir şey değildi. Oyunlarını bırakıp bana da kahve söylediler. Severim yerli halkla muhabeti... Neden yollardayım ki?

Anlattık, anlattık ,anlattık... Ben de sordum, onlar da... 

Bir yandan da etrafı kesiyordum. Çadırda yatmak için her yer uygun görünüyordu. Bunun için müsaade isterken bakkal-kafenin sahibi karşıda kendilerine ait misafir evlerinin olduğunu söyledi. Kahvaltı dahil on Euroya anlaştık. Bu gecemi yöresel tarzda döşenmiş, tabelasında  "Maison D’hotes Issalene"  yazan bir berberi evinde geçirecek şansı yakaladım. 


 Ait İbourk,Fas
                                            Ait İbourk,Fas


Ev sahibi Muhammet benim için şofben açtı, kaynar sularla bir güzel duş aldım. Biraz muhabbet ettik. Anladığım kadarıyla kırsaldaki berberiler kuzeydeki Faslılardan daha sakin ve dürüstler. Bu halkın tarihlerinde kılıç zoruna karşı aşırı direnç göstererek Müslüman olmayı çok geç kabullendikleri anlatılır. Bugünkü Mısır, Libya, Tunus, Cezayir ve Fas'ı içine alan Kuzey Afrika'nın en eski yerli halkı olarak biliniyorlar. Tamamen göçebe hayatından yarı-göçebe ve yerleşik hayata geçmişler. Muhammet Fransızca ve kendilerine özgü Berberi dilini konuşuyor. Bu dilin alfabesinin İbraniceye oldukça benzediğini okumuştum. Buralardaki bazı kasabalarda tabelaların Arap harflerinin yanında bu harflerle yazıldığını göreceksiniz.


Günlük sürüş 75 km, 
Total : 3.807 km 


QUARZAZATE (Fas) 
19 Aralık,2015 

Sabah evin genç oğlanı okula gitmek üzere hazırlanmış şekilde kahvaltıya geldi. Akşam tanışmıştık, çekinmeden masama oturdu. Baba ikimize birlikte kahvaltı sundu. Anlaşılan çocuğun vakti çok kısıtlıydı ki, lokmaları çabucak ağzına tıkıştırdı ve nane çayını bitirmeden yola koştu. Uzaktan gelen arabayı önceden gördüğünü sanıyorum. Bilmiyorum, belki de zamanlaması mükemmeldi. Hiç beklemeden bindiği külüstür minibüs kırk kilometre güneydeki Quarzazate şehrine gitmek üzere bir süre sonra gözden kayboldu. 

Baba, çocuğun eğitiminden memnun görünüyor. En azından bir devlet memuru olup buralardan kurtulacağından umudu var. Yeni başlayan bir memurun aylık maaşının üç yüz elli Euro, polis maaşlarının ise 500 Euro civarında olduğunu söylüyor. Bu rakamlar ülkedeki asgari ücretin iki katıymış.

Kahvaltıda ne vardı? Ekmek yerine boyutu bizim lahmacunlar kadar olan hafif tatlandırılmış "akıtma" diyebileceğimiz tarzda bir hamur işi... Yoğunluğu lahmacunun iki üç katı vardır. Yanında kocaman bir tabakta kendi üretimleri olduğunu söyledikleri bal ve bir demlik nane çayı ile kuru hurma tabağı... Benim zeytinler de olmuşlar, bir kaç gündür açıp yemeğe başlamıştım. Onları da takviye yapıp yine kendi çıkınımdan ekmek ilavesiyle sıkı bir kahvaltı yaptım.

Quarzazate’ye gelmeden yolun soluna girip on kilometre kadar deva ederek haritamda daha önceden işaretlemiş olduğum Aït Ben Haddou köyüne geldim. Burası günümüzde turistik amaçlı olarak kullanılan iyi korunmuş eski bir yerleşim. Yerli vatandaşların çoğu geride ve nehrin diğer tarafındaki bir köyde daha modern konutlarda yaşıyormuş. Ancak bu eski köyde hala yaşamına devam eden bir kaç ailenin varlığını da gördüm. Fas mimarisinde de kullanılan killi toprak mimarisinin örneklerini taşıyan bu köyde İngiliz, Fransız ve Amerikan yapımcılar onlarca filmler çekmişler. Bütün bu bilgileri veren kasabanın girişinde en güzel resim alınabilecek noktadaki satıcılardan biri olan Rıdwan.

 
 Aït Ben Haddou,Fas

                                          Ait Ben Haddau,Fas


Rıdwan işlerin azlığından şikayetçi; günde ancak bir iki tane turist otobüsü geliyormuş. Eskiden buranın daha çok kalabalık olduğunu söylüyor. Tabi ki, niyetini biliyorum. Bir yandan elindeki incik boncuklardan bana kakalamak için dil dökmeye devam ediyor. Adamın eline makineyi verip resmimi çekmesini teklif edeceğim, ama para isteyecek diye çekiniyorum. Neyse ki bu arada kiraladıkları bir araçla gezen iki İtalyan genç yanaştı, onlara birkaç poz çektirdim. 


Köyün içinde mola verip bir ağacın gölgesinde yemek yedim. Çöle yaklaştıkça gündüzleri hava çok sıcak olmaya başladı. Geceleri ise oldukça soğuk… Çıkışta yol kenarında develerle turist gezdirmek için müşteri bekleyen gençler beni durdurup develere binmemi teklif ettiler. Türk olduğumu söyleyince hemen durum değişiyor, Avrupalılara yaptıkları kadar yapışkan olmayı bırakıveriyorlar. Bunda benim de onlara yaklaşımın etkisi var. En azından bonkörlük yapabilecek birisi olmadığımı peşinen söylüyorum. Bisikletli olmam zaten bunu doğruluyor. Bu sayede develerle beraber beleş resim çekmeyi beceriyorum. Para istemiyorlar ama bu sefer benim içim rahat etmiyor. Cebimden çıkan bozuk para on yedi Dirhem. Az olduğu için kusura bakmamalarını söyleyerek veriyorum. 

Aït Ben Haddou’dan yaklaşık on kilometre devam ederek tekrar N9 karayoluna çıktıktan sonra Ouarzazate ’ye sadece yirmi kilometrelik yolum kalmıştı. Hiç kendimi sıkmadan şehrin girişindeki Atlas Film stüdyolarında durdum. Çöl ortamı gerektiren gladyatör, mumya, kral ve ben, yıldız savaşları gibi pek çok ünlü filmlerin çekildiği bu stüdyoların önünde bir hatıra fotoğrafı almadan geçemezdim. 

Şehir merkezindeki bir parkta yaşlı İspanyol çift ile tanıştım. Fas ve Türkiye dahil geçmişte yapmış oldukları bisiklet turlarını anlattılar. Artık sadece kendi ülkelerinde ve daha kısa turlara çıkabiliyorlarmış. Bu arkadaşlardan şehrin içki satan dükkanlarının nerde olduğunu öğrendim. Bu ülkede öyle her yerde kolaylıkla bira bile bulmak mümkün olmayabiliyor.


 Quazzane,Fas
                     Film Studioları,Quarzazate,Fas

Ouarzazate’de Hotel Mar Mar ‘daki odama yerleştim. Yeni betonarme bina çok temiz ve terminale yakın bir yerde. Yarın için M’hamid otobüsüne biletimi de aldım. Beş saat falan sürüyormuş. Saat 12.30 da yola çıkıp akşamüzeri oradaki bedevi evlerinden birine yerleşmiş olurum. Takvim olarak dönüş tarihime fazla bir zaman kalmadı. Belki de bugünden sonra Fas’ta bisikletle uzun sürüşler yapmayabilirim. Bakalım, zaman ne gösterir? Günlük sürüş


Günlük sürüş 50 km,
Total:3.857 km


M’HAMİD (Fas) 
20 Aralık-21 Aralık,2015 

M’hamid 390 kilometre otobüs yolculuğu ile 7 saat kadar sürdü. Buralarda hiçbir şey dakik değil. Otobüs bir saate yakın gecikmeli hareket etti. Bisikleti bagaja koyarken kavga dövüş 30 MD paraya fit olduk. Adam nerdeyse bilet parası kadar para istiyor. Yollar, çok boktandı…Arada tadilat çalışmaları sebebiyle yolu kapatan hafriyat kamyonlarını uzun uzun beklemek zorunda kaldık. Tozun toprağın içinde durup anlamsız molalar verdik. En kötüsü de otobüs şoförünün bir iki yolcunun isteği üzerine ikide bir durup işeme molası vermesi oldu. Böyle olacağını bilsem daha seçici olurdum. CTM diye bir otobüs firması var. Yanılmıyorsam devlete ait bir firma bu, sanal ortamdaki gezi yazılarında en çok bu firma öneriliyordu. Bu zamana kadar hiç üzerinde durmadım. 

Neyse biz keyfimizi bozmayalım. Hayatta güzel şeyler daha fazla… Mesela, “Auberge la Palmeraie” gibi bir bedevi konuk evine iki günlüğüne sadece 14 € ödeyerek yerleşmek gibi… Fas’da bir adres bile sorsanız sizden para isterler. İlk defa insani hizmeti para görmeyen dürüst genç işletmeciler Hüseyin, Ahmed, İbrahim ile tanışmak ve de misafirleri olmak gibi… 

Burada tüm binalar killi toprakla yapılmış. Yer yatağına benzer alçak konumdaki karyolada yatıyorum. Yerlerde bizim yürük motiflerine benzer kilimler serili. Dikkat etmezseniz ağzınıza dolacak kadar kumlu bir ortam var. Bu konuda temizlik beklemeyin. Çünkü çöldesiniz, bahçesi, duvarları ve yerlerin tamamı kum olduğu için odanızın da böyle olması gayet doğal…
 

Hostel Auberge la Palmeraie,M'hamid,Fas
                       Hostel Auberge la Palmeraie,M'hamid,Fas

Burada kaldığım süre içerisinde her gün çölün derinliklerine kadar yürüyüp kum tepeciklerini gezdim. Yakındaki bedevi köylerini bisikletimle dolaştım. Killi topraktan bahçe duvarı yapan köylülere yardım ettim. Sabahları güneş ışınları sertleşmeden diğer konuklarla beraber ortak kahvaltı ediyor, sonra çöle dağılıyorduk. Diğer batılı turistler genellikle safari turları satın alarak her gün değişik etkinliklere gidiyorlardı. Buradan tur satın alıp çölün 60 km kadar içerisinde değişik etkinlik alanlarına 4x4 ATV araçlarla veya deve sırtında gitmek mümkün. Bunun ücreti sunulan etkinliğin ne olduğu ile orantılı. Bedevi çadırlarında kalıp gece ateşinin başında Arap müziği ile yemek yiyerek nargile içmek veya romantik takılmayı seviyorsanız sabaha kadar yıldızları seyretmek gibi…

  Sahra Çölü,M'Hamid,Fas

                                             Sahra Çölü,M'Hamid,Fas


Fiyatlarının abartılı olması bir yana; sınırları çizilmiş, şov ortamını aşmayan, genellikle turist yolmaya yönelik organizasyonları pek sevmediğim için bu tür bir etkinliğe katılmadım. Her gece bedevi evimizin bahçesinde oturarak evde kalanlarla beraber eğlendik. Masamızda sürekli olarak kahve ve çay gibi içecekler hiç eksik olmadı. İşletmeci gençler tabaklar dolusu kuru hurma ikram ettiler. Arada içkilerini önceden zula etmiş olanlar da vardı. 


CASABLANCA-TANCA (Fas) 
22 Aralık-23 Aralık,2015 

M’hamid kasabasından Casablanca’ya direkt kalkan otobüsün hareket saati bana uymadı. Daha erken hareket edecek otobüsü bulabileceğim komşu kasabası Tagounite’ye kadar 30 kilometre pedallamam gerekliydi. Yolculuğum çok zevkli oldu. Dün otobüsle geçtiğim çölün ortasından bu kez bisikletle seyahat ettim. İstediğim yerde durup resim çekme imkanım oldu. Birkaç yerde polis kontrol noktası ile karşılaştım. Görevliler bisikletli olmamdan dolayı ciddi bir kontrol yapmadan yol verdiler. Tabi ki, bisiklet ve Türkiye üzerine soru-cevap şeklinde sıkı bir muhabbet yaşamadan geçmek yok. Genellikle soruları onlar sorarlar. Merak ettikleri konuların çoğu da sürekli karşılaştığımız klasik şeylerdir.

 

 Tagounite,Fas
                                                          Tagounite,Fas

Tagounite’den Casablanca 650-700 kilometre ve otobüsle 15 saat kadar sürdü. Rahatlığı sorarsanız, tabi ki bizdeki yolculuklar gibi olduğunu söyleyemem. Fakat değişik insanlarla iç içe olduğum için onları gözlemleyerek zevkli dakikalar geçirdim. İyi ilişkiler de kurdum. Bunlardan biri araç sürücüsü Lahsen ve diğeri yanımda oturan Farid ile oldu. Lahsen otobüsü yardımcı şoföre bıraktığı her defasında arkamızdaki boş koltuğa gelip oturdu. Çok basit kelimelerle konuşup azıcık İngilizce ile kocaman sohbetler ettik. 


Otobüsümüz gece yarısı Marakkeş üzerinden geçti. Sabahın çok erken saatlerinde ise Casablanca’ya girdik. Bisikletimi bagaja koyarken hiç bir parçasını sökmemiştim. Dolayısıyla çantalarımı yerleştirip yola çıkmam fazla sürmedi. 


 II.Hasan Cami,Casablanka
                                II.Hasan Cami,Casablanka,Fas

Çok geçmeden sahile ulaşıp II. Hasan Camii’ne geldim. Dünyanın en uzun minaresine sahip olduğunu önceden bildiğim bu cami gerçekten mimarisiyle de gayet güzel görünüyor. Yapılışı hakkında bilgi edindiğimde mimarın ve yapan şirketin Fransız olduğunu öğrendim. Hiç de şaşırtıcı gelmedi. Zaten Fas’ta nereye baksanız hep Fransa’yı görüyorsunuz. Halkın neredeyse tamamına yakını iyi derecede Fransızca konuşabiliyor. 


Casablanca’da biraz olsun bizim Taksim’i çağrıştıran bir görüntü var. Binalar, eğlence yerleri, mağazalar diğer şehirlerde gördüğümden daha modern.Bu şehirde tramvaylar yoğun kullanılıyor. Bir kısmı gayet modern ve temizler. Fakat şehrin geneline bakıldığında temizlik çok kötü… İşçilerinin ellerindeki palmiye veya hurma ağacına benzettiğim yapraklarla caddeleri süpürmeye çalışması oldukça ilkel bir durumdu. 

Sabahları işlerine koşuşturanlar sokak satıcılarında -bizim kültürümüze benzer şekilde- kahvaltı ediyorlar. Burada tepsilerde pişirişmiş ince bir tabaka halinde yufka ekmekler satılıyor. Üçgen şekilde kesilen bu kalın nohutlu ekmek dilimlerine peynir ve reçel gibi şeyler sürdürüyorsunuz. Her koydurduğunuz ürün için ekstra yükselen bir fiyat uygulaması var. Bize göre karın doyurmak çok daha ucuz, ancak bu topraklarda üretilmeyip uzak ülkelerden ithal edilen ürünler tabi ki çok pahalı… 

Korniş, Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan gibi diğer Arap ülkelerinde de duyduğum bir kelimeydi. Burada da “Sahil Şeridi” anlamında kullanılıyor. Casablanca’da kaldığım yarım günlük sürede pek çok yere girip çıktım. En son dönüp geldiğim yer yine II. Hasan Camii çevresi oldu. Korniş boyunca pedal basıp Atlantik kıyılarında bisiklet sürmenin keyfini yaşadım.

 

 Temizlik İşçisi,Casablanka,Fas

                     Temizlik İşçisi,Casablanka,Fas


Öğleden sonra Tanca’ya gitmek üzere terminale geldim. Otobüs biletime -buradan beş saat sürecek yolculuk için- 80 Dirhem ödedim. Bu 7-8 Euro karşılığına denk geliyor. Tamamı üç yüz elli kilometrelik bir yol için buranın fiyatlarına göre çok da ucuz sayılmaz. Sonradan 50 Dirhem karşılığında bilet kestikleri yolcuların olduğunu fark ettim. Yani turist kazığını yemiştim. Bisikleti bagaja koyarken kararlılıkla kavga edip istedikleri 50 Dirhem yerine 30 Dirhem ödedim. Ayrıca kazıkladıklarını da yüzlerine vurdum, ama suratlarına tükürsem de çoğu için sorun olmayacağından emindim. 


Fas hakkında elbette söyleyebileceğim güzel şeyler de var. Ne yazık ki, olumsuzluklar daha fazla… 

Otobüsümüz yola çıkmadan önce buraya özgü bir garaj alemine tanık oldum. Bizimki dahil birkaç şoför, muavin ve yazıhanelerde çalışan elemanlar ile pek çok değnekçiden oluşan gurup kapağı açık olan otobüsün bagaj kısmına doluşmuşlardı. Bir kısmı bagaj kenarına oturmuş, bir kısmı yere tüneklemiş durumda nane çayı ve kahvelerini içiyorlardı. Bir baktım çoğu esrar çekiyor. Önce normal tütün sanmıştım. Çekinmeden zulalarından çıkardıkları küçük torbacıklardan bir tutam otu topraktan yapılmış kısa pipocukların bir ucuna tepiyor ve sonra çakmakla yakarak diğer ucuna taktıkları kamıştan duman çekiyorlardı. Tütün ve ot içim malzemesi olarak kullan-at yöntemiyle satılan bu toprak pipoları Fas’ın her şehrinde göreceksiniz. 

Fas, Avrupa’da markalaşmış bir esrar kalitesine sahip… Gençler arasında “Maroc” olarak adlandırılmış türün bu ülkede bir milyona yakın insan tarafından üretildiği biliniyor. Fas, -sözüm ona üretim, içim ve alım satım yasak olmasına rağmen- dünyanın en büyük esrar ihracatçısı unvanına sahip…

Ben daha önce esrar içme konusundaki serbestliği Mısır'da görmüştüm. İki arkadaş havaalanına giderken taksicimiz bize de ikram etmişti. Biz almayınca hiç izin istemeden pencereleri açık tutmamızı söyleyip kendisi yaktı ve içti. Buraya kadar olanların Mısır için doğal sayılacağına ihtimal veriyorduk. Bir kavşakta durduğumuzda taksi şoförünün trafiği yöneten polis memuruna gözlerimizin önünde bir paketçik vermesi karşısında şoke olmuştuk. Belli ki tanışıyorlardı ve aralarında bu tür alış verişler vardı.
Konakladığım yerlerde sadece esrar içmek için Fas'a gelip aylarca kalan yabancılarla tanıştım. Bu yaşadığım olay belki çok şaşırtıcı değildir. Fakat şoförün o kafayla nasıl otobüs kullanacağını düşünmek bile çok korkutucu… 

Beş saatlik yolculuk sonunda Tanca(Tangier-Tanger) şehrine varıp, The Melting Pot Hostel’daki altı kişilik karışık yatakhaneye yerleştim. Oda arkadaşlarım Alman Maja, İsveçli Kristin ve bisikletli Macar genç Bora ile tanıştım. Bu arkadaşların üçü de Almanca konuşuyor. Macar bisikletçinin ana dili bu olmadığı için bazen İngilizceye dönmek zorunda kalıyoruz. Maalesef ben de o zaman zorlanıyorum. Çünkü Bora ile öyle yüzeysel sohbet etmiyoruz. Fas’a yeni geçmiş, ülkeyi buradan başlayarak boydan boya pedallayacak. Benden geçtiğim rotayı ve karşılaştıklarımı öğrenmeye çakışıyor. Yerler haritaları serip saatlerce bilgi veriyorum. Bu arada ben de kendisinden İspanya topraklarına geçişimde faydalı olabilecek bilgiler alıyorum.

 


Banyodan sonra şehrin çarpık yapılarından başka manzarası olmayan terasta Bora ile birer bira içtik. Artık akşam üzeri olduğu için konuk evinin diğer misafirleri de dönmüş karın doyurma talaşındaydılar. Kısacası ortalık biraz kalabalıktı. Antrede duran bisikletlerimizi yatakhaneye almamız istendi. Bundan pek hoşlanmasak da aşağı inip bisikletlerimizi içeriye aldık. Şimdilik dört kişiyle bile rahat hareket etmemiz mümkün değilken -ola ki- diğer iki yatak dolarsa ne yapabileceğimizi düşünmek bile istemiyorduk. 

Tanca’da iki gün geçirdim. Şehir bana göre çok gezilesi bir yer değildi. Zaten çoğunlukla ülkeye gidiş gelişlerde kullanılan bir liman şehri olduğu için bu kadar fazla turistin geldiğini düşünüyorum. Ben de -cebimdeki FRS şirketinden yarın binmek üzere 390 Dirhem ödeyerek aldığım feribot biletimle- İspanya’nın Tarifa Limanı’na geçmek için buradaydım. . 

Sürüş: 79 km, 
Total: 3.936 km 

TARİFA-CADİZ (İspanya) 
24 Aralık-25 Aralık,2015 

Gemide İspanya’da yaşayan Sedat adındaki bir Türk ile tanıştık. Malaga şehrinde et ürünleri ile ilgili bir firması varmış. Yoğunlukla döner sarıp pazarlıyorlar. Bunun yanında salam sucuk gibi diğer et ürünleri de imal ediyorlarmış. Son aylarda sıklıkla Fas’a gelip gittiğini, burada yatırım yapmayı planladığını anlattı. Sağ olsun, bir de kahve ısmarladı. 

Tarifa Limanı’na geçmemiz fazla sürmedi. Bir saat içinde Afrika’dan Avrupa kıtasına ayak basmış olduk. Pasaport kontrol noktasındaki diğer araçlarla beraber kibarca sıramı beklerken genç polis memurunun geçebileceğimi işaret etmesiyle hiç beklemeden kaşeyi vurdular. Artık İspanya topraklarındaydım.

Bugün Noel (Chiristmas) arifesi olduğu için şehir süslenmiş. Biraz dolaşıp devam ederek çıkıştaki Lidl Market’ten sıkı bir alışveriş yaptım. Yarın -kaç gün süreceğini bilmediğim- tatile girileceğinden açık market bulmam mümkün olmayacaktı. Buna göre tedbirimi almak zorundaydım. 



Pedal basmaya ancak öğleden sonra başlamış olmama rağmen yarım gün içinde 100 kilometreye yakın yol yapıp ertesi gün Cadiz’e ulaştım. Cádiz, sahillerinin yanı sıra en eski Batı Avrupa şehirlerinden birisi olması nedeniyle de turistik bir şehir. Flamenko müziğinin en önemli merkezlerinden olan Jerez de la Frontera bölgesi, geleneksel Çingene fleamenko müzisyenlerinin yaşadığı yerlerdenmiş. Okyanusun yüksek dalgalarında sörf yapmaya gelenler için ayrıca popülerliği olan bir şehir olduğu da biliniyor. 

Rastladığım bazı kaynaklara göre Tarifa’nın da Playa de Los Lances Plajı ve Punta Paloma sahilleriyle sörf cenneti olduğunu söylemeliyim. Böyle bir tutkusu olanlar için duyurulur. 

Şehrin girişinde bir resim çekip ilk bulduğum marketten takviye bir şeyler alarak öğlen yemeğimi yedim. Bulunduğum parkta dünkü kutsal gecenin ardından geç kalkan mahalle halkından bir kısım insanlar spor yaparken, kimileri de köpeklerini gezdiriyorlardı. Sahil kesimindeki aşırı nem yüzünden genellikle ıslak uyandığım çadırımı kurumaya açmıştım. Tabi ki, her gelip geçenin meraklı gözlerle bakmamasını beklememeliyim. Bu bakışlar Avrupa’da çok rahatsız edici olmasa da -kendi ülkem dahil- çoğu başka yerlerde insana uzaydan gelmiş hissini yaşattığı bir gerçektir. Alışmak lazım… 

Cadiz’da pek çok sörf okulu var. Yüzlerce insan kendini okyanusun dalgalarına bırakmış sörf yapıyorlardı. Şehri gezdikten sonra sahilde oturup uzun uzun onları seyrettim. 6 Ocak 2016 tarihindeki Madrid-İstanbul uçuşuma göre yeni yıla kadar Lizbon’da olmayı planladığım için biraz sallanarak gitme lüksüm vardı. Lizbon’da turumu tamamlayarak oradan Madrid’e otobüsle ulaşmayı kararlaştırmıştım. 

Total : 4.036 km 


SEVİLLA-HUELVA (İspanya) 
26 Aralık-27 Aralık,2015 

Dün geceyi Cadiz şehrini çıktıktan sonra Jerez yakınlarında geçirdim. Her yer yine muhteşem yeşillikte, dağ bayır zeytin ağaçları ile dolu. Henüz dümdüz bir yolda pedallıyorum. Sevilla’ya girerken Ramon Sanchez Pizjuan Stadyumu önünden geçtim. Hiç durmadan ulaştığım yer ise, Plaza de Espana oldu. Buradan sonra haritamda işaretlediğim noktaların ancak yarısını dolaşabildim. Tabi ki, Sevilla’da görülecek çok şey var… Benim yarım gün içine sığdırdıklarım ile burada birkaç gün kalmak daha farklı olacaktır. Tekrar gelirsem bu açığı kapatmayı düşünüyorum.

Ancak 4-5 saat kadar kalabildiğim bu şehirden çıkarken biraz zorlandım. Bisiklet yasaklı yanlış bir yola girmiştim. Düşündüğüm yönün ters tarafına düştüm. Bu sayede en salaş mahalleleri görüyordum. Bir kez daha Avrupa’da devlet elinin yetmediği yerlerdeki sefalet içimi burktu ve ülke halkımın sahip olduğu sadaka kültürünün bu durumlarda ne de çok işimize yaradığını düşündüm. Tabi ki bu kültürün var olması güzel bir şey, ama sosyal devletten yana olduğumu vurgulamak isterim. 

Hava kararmıştı. Başıma bir iş gelebileceğinin korkusu ile şehrin kuzeyinden çıkıp batıya doğru çok sıkı şekilde en az 25 kilometre kadar pedal çevirerek Guadiamar Nehri’ni geçtiğim ilk kırsal alanda çadırımı kurdum. Yoksul mahalleri ardında bıraktıkça kendimi güvende hissediyordum. Fas’ta aynı güveni hiç bir yerde hissedemediğim için dışarıda konakladığım gecelerin sayısı çok az olmuştu. 

Sabah yola çıkmam geç oldu. Buna rağmen Huelva’ya tahminimden daha erken vardım. Aslında bu şehri teğet geçip merkezine uğramak gibi bir niyetim yoktu. Fakat biraz alışveriş için girip De las Monjas Meydanı’na kadar gelmişim. Niçin “gelmişim” dedim? Çünkü fıskiyelerinden sular yükselen daire şeklindeki bir yer havuzunun bulunduğu bu meydanın adını burada baktığım haritamdan öğrendim. 

Lidl Market dışında birkaç orta ölçekli market bulup biraz erzak takviyesi yaptım. Günün finalinde bazen bir, bazen de iki tane strong bira ile kendimi yoldan çıkarmayı severim. Bu kimi zaman şarap da olabilir. Malumunuz bizdeki yüksek vergiler uygulanmadığı için içki fiyatları çok ucuz… 

İki tane Perlenbacher marka yüksek alkollü (50 cl Strong) bira satın alıp 1.78 Euro ödedim. Genellikle Lidl marketlerde bulunan bu bira markası benim favorimdir. Değişik renklerde %7.9 ile %10.5 derecelerde değişen alkol oranlarıyla satılan pek çok çeşidi var. Ben düşük alkollüsüne hiç rastlamadım.

Lidl marketlerin sattığı bir de Bavaria 8.6 marka yüksek alkollü biralar var. Genellikle en çok satılan % 7.9 alkollü siyah kutulu olanı... Avrupa’da karşılaştığım market fiyatları ise 0.55 Euro ile 0.89 Euro arasındaydı… 

Total : 4.266 km 

LİZBON (Portekiz) 
28 Aralık,2015-01 Ocak,2016 

Artık Portekiz sınırına çok yakındım. Dün geceyi Huelva’dan çıkıp Cartaya yakınlarında bir nehir kenarında geçirdim. Haritaya göre tam bu noktadan Lizbon’a ortalama üç yüz kilometre vardı.Kuş uçuşu en yakın sınır geçişi ise on-on beş kilometre kadarken, benim geçtiğim Pomarao sınırı altmış kilometre sürdü. Lizbon’a kadar çoğunluğu düz sayılabilecek yollardan geldim. Bitki örtüsü ve yol kalitesinde herhangi bir değişiklik algılamadım. Rota üzerinde ülke değiştirdiğimi hissettiren en önemli şey sınır geçişindeki Portekiz tabelası oldu…

Portekiz topraklarına girişimin tam üçüncü gününde başkent Lizbon’a varıp, Av.Almirante Reis Caddesindeki Hostel İstanbul’a yerleştim. Burasını Trabzonlu bir genç Türk kardeşimiz çalıştırıyor. Rezervasyon yapmadan gittiğim için kendi vatandaşı olan birini misafir edeceğini bilmiyordu. Bu ona sevindirici bir sürpriz oldu. 

Evet şimdi Lizbon’u tarihi ve turistikvkalıplarla anlatmaya gerek yok… Evliya Çelebi buralara geldiyse zaten raporu tutmuştur. Ayrıca modern evliya çelebilerimizin gezi yazılarını da Google Amca’da bulabilirsiniz. Ben kendi yaşadıklarımı anlatayım. 


 Lizbon,Portekiz
                                                          Lizbon,Portekiz

Lizbon, aynı bizim İstanbul’umuza benzer yedi tepesi ve -boğaz köprülerimiz gibi- 25 Nisan Köprüsü ile anılıyor. Atlantik Okyanusu’na akan Tejo Nehri’nin kuzeyindeki şehri gezerken kendinizi İstanbul’da hissediyorsunuz. Gelirken güney tarafından bindiğim bir vapuru adeta Üsküdar-Karaköy hattındakilere benzettim. Gerçi bizimkiler kadar modern olmadıklarını söylemeliyim. Ama ne var ki, çalışanların almış olduğu tedbirler, ciddi iş disiplinleri, temizlik ve vatandaşların birbirlerine olan saygılı davranışları ile gemilerin eskiliğini görmek mümkün olmuyor. Aksine insana daha nostaljik bir yolculuk keyfi yaşatıyor, diyebilirim. 


Aslında tüm Avrupa’nın genelindeki tablo bunun ta kendisi… Yani göklere çıkan yeni binalar göremezsiniz. Çok da yeni olmayan otobüs ve tramvaylarla karşılaşırsınız. Ancak her şey öyle -iyi korunmuş- bakımlı ve temizdir ki, size antika eşyalarla donatılmış nezih bir ortamda olduğunuzu hissettirir.

Etrafınızdakilerin saygılı ve sessiz işleyişi içinde mecburen onlardan biri gibi davranırsınız. Gemi tam yanaşmadan kendinizi iskeleye fırlatamazsınız. Açıkçası magandalığınızı bastırmak zorundasınızdır… 

Portekiz çok zengin bir ülke değil. Buna rağmen caddelerinde yüzleri gülen mutlu insanlarla karşılaşacaksınız. Gemi ile boğazı geçip, yani Tejo Nehri’ni geçip karaya ayak bastığımda Comercio Meydanı’nında yeni yılı karşılamak için yapılan kutlama hazırlıklarına tanık oldum. Ünlü Portekiz birası Sagres’in sponsorluğunda tanınmış bir gurubun sahne alacağı rock konseri ile havai fişek gösterilerinin yapılacağını öğrenmek benim için güzel bir sürpriz oldu. Belki yeni yıl akşamında buraya gelebiriz. 

Fas’dan İspanya’ya geçtiğimden bu yana tam bir haftadır hiç yıkanmadım. Doğrusu, çadırda yattığım için yatak ve de banyo görmedim. Sakallar uzamış… Derviş baba gibi olmuşum. Turumun  dışarıda kaldığım en uzun kısmı bu oldu. Bütün bu mahrumiyetlerimi giderdiğim ilk gecemde Hostel İstanbul  cennet gibi geldi. Sağ olsun Trabzonlu kardeşimiz bana yatakhane fiyatına iki kişilik oda verdi. Çok temiz bir apartman katını kiralamış, odalar halinde pazarlıyor. 

Kardeşimizin ayrıca bu binanın karşısında bir de İstanbul Restoran adında çeşitli yiyecekler satan bir işletmesi var. Lokomotif ürünü döner olan şık bir yer… Ama yemek kalitesinden söz etmemi isterseniz, çok berbat olduğunu söylemeliyim. Giacomo ile beraber sandviç ekmeği arasında yediğimiz döner çok bayattı. Dört-beş Euro ödemişiz çöpe de atamadık… Arkadaşın kulağı çınlıyordur. 

Yazımın başını okumayanlar için Giacomo da kimdir, diye tekrarlayayım. İtalya’da Cenova yakınlarında tanıştığımız iki bisikletçi arkadaşımız vardı. Giacomo onlardan biri… Fransa’da bu iki İtalyan genç ile yollarımız ayrılmıştı. Ben Fas’a devam ederken, onlar iki sürücü Santiago de Compostela Bölgesindeki Kutsal ve Dini Yerlere doğru pedallayıp orada yollarını ayırdılar. Giacomo ile önceden anlaştığımız gibi Lizbon’da buluştuk. Günlük 10 Euro karşılığında benim odama yerleşti. 

Giacomo üniversiteyi yeni bitirmiş. Mühendislik mesleğine başlamadan önce belli bir miktar para ayırıp bir yıllık bisiklet turuna çıkmış. Aynı mahallede büyüdükleri çocukluk arkadaşı Alessandro, Santiago’ya kadar kendisine eşlik etti. Daha önce Fas’tan cruz gemileri ile Arjantin’e geçmeyi planlamıştı; ancak benim tavsiyelerimle bütün planlarını değiştirip nihayetinde uzak doğuya gitmeyi kararlaştırdı. 
Bu süre içinde kendisine Madrid çıkışlı ucuz bir uçak bileti bulup, eş zamanda uçmak istiyorduk. Benim biletim Madrid’den ve 6 Ocak tarihli… Ona da bir gün sonrası için Madrid-Kuala Lumpur bileti aldık. 

Lizbon’da görülmeye değer turistik yerler çok… Burasını da yine merak edenler için Google Amca’ya bırakıp sadece bisikletçiler için mümkünse yapabilecekleri bir rotayı hatırlatmak istiyorum. Avrupa kıtasının en batı noktası Cabo Da Roca’ya bisikletle gitmek şart… Buralara kadar gelen bir tur bisikletçisi için atlanmaması gereken bir yer. Biz gidemedik... 

Coba Da Roca, okyanus rüzgarlarının hiç durmadığı, koruma altına alınmış milli park ormanının yağmur bulutlarını çektiği bir bölge… Burada da kaldığımız süre içinde her gün aralıklı olarak yağmur yağdı. Ayrıca zamanımız zaten pek elverişli değildi. Sadece bazı noktalara bisikletlerimizle yaptığımız şehir turlarıyla yetindik. Gezdiğimiz en popüler noktalar -25 Nisan Köprüsü altından başlayarak Tejo Nehri’nin kuzey kıyısı boyunca devam ederek ulaştığımız- Belem Kulesi ve Keşifler Anıtı (Padrao dos Descobrimentos) oldu. Dönüşümüzde iyi bir yağmura yakalandık. 

Geldiğimiz Ticaret Meydanı (Praça do Comercio) gördük ki şimdiden dolmaya başlamış. Bu gece kendimizi son saatlerde bu meydana atıp herkesle birlikte yeni seneye gireceğiz. Önce duşumuzu aldık ve sonra dışarıda yemeklerimizi yedik, birkaç şişe içki ve abur cubur ile odamıza döndük. Saat 23.00 civarında meydandaydık. 

Konser alanında önlere ilerlemeyi gerekli görmediğimiz için geç kalmış sayılmazdık. Herkesin elinde içki kadehleri, şampanya ve değişik içkiler… Gurup fena sayılmaz, İngilizce rock tarzı müzik yapıyorlar. Tanınmış bir topluluk olabilir, ama hiç merak etmedim. Saat 24.00’e geldiğinde solistin geri sayımı ile beraber yeni yıla girdik. Havai fişek gösterileri belki bir saate yakın devam etti. İnsanlar arasında tanıdık-tanımadık bir sevgi selidir gidiyor. Birbirleri ile deli gibi öpüşen sevgililer, çılgınca zıplayıp dans edenler… 
Gökyüzünü dakikalarca aydınlatan görkemli havai fişek gösterisi bitince bu müthiş curcunanın içinden yavaş yavaş çıkıp evimize döndük. 

Benim tahminimce meydanda yüz bine yakın insan vardı. Belki ara sokaklardaki barlar ve açık içki stantlarında takılanlarla bu sayı bir buçuğa katlanabilir. Bir tane sarhoş insan görmedik. Bir tek kişi ayağıma bile basmadı. Sadece boğaz oluşturan dar alanlardan geçerken birbirimize sürtünmüşüzdür. Maalesef şu an aklınızdan geçenin “Taksim Meydanı” olduğundan eminim.

Total: 4.580 km 


MADRİD (İspanya) 
02 Ocak-05 Ocak,2016 

Günlerden cumartesiydi, öğlen vakti Trabzonlu kardeşimizle vedalaşıp Hostal İstanbul’dan ayrılarak otobüs terminaline pedalladık. Biletlerimiz ayrı otobüslere alındı. Benim bilet aldığım şirket bisikletin demonte vaziyette taşınmasını isteyince Giacomo buna yanaşmadı. Ben de biletimi kestirmiş bulundum. İptal etmek yerine yakın saatlerde kalkan iki ayrı otobüse binmeye razı olduk. 

Sabah Madrid’deki yeraltı terminalinde buluştuk. Benim daha erken varmam, bisikletimi tekrar monte etmem için zaman kazandırdı. Giacom'nun otobüsü gelir gelmez hiç beklemeden Madrid caddelerine çıkıp şehrin altını üstüne getirdik. 

Yerleştiğimiz yer daha önceden tanıdığım Huertas’daki (La Posada de Huertas) hostel oldu. İkinci gün bisikletlerimizle havaalanına gidip Giacomo’nun uçuş biletini aldığımız şirketin bürosunda bisiklet kabul işlemini yaptırdık. Dönerken bir bisikletçi dükkanından atmak üzere ayırdıkları bisiklet kolilerinden iki tane düzgün koli aldık.

 

 Madrid,İspanya
                              Madrid,İspanya

Madrid’deki üçüncü günümüzde ise şehri gezerek akşama doğru yaptığımız alışveriş sonrasında yine bisikletlerimizle son defa havaalanına geldik. Burada bisikletlerde gidon, pedal ve ön teker sökülerek paketlendi. Üzerlerine şeffaf folyolarımızı sardık. Sabaha kadar yarım uyku ile uçuş saatini bekledik. Bir ara eşyalarımızı bırakıp tuvalete gitmiştik. Döndüğümüzde baktık ki polisler şüpheli paket diye bizi arıyor. Hadiii, aya üstü bir sürü sorgulama geçirdik. Neredeyse paketlerimizi tekrar açtıracaklardı. Acıdılar… 


Total: 4.650 km 

MADRİD-İSTANBUL 
06 Ocak,2016 

Sabaha kadar uykusuz takıldık. Benim bagaj teslimimden sonra yüküm azalmış ve ellerim rahatlamıştı. Giacomo ve eşyalarını onun uçacağı terminale gitmek üzere otobüse bindirdim. Benimle olmak adına bir gün daha hava alanında yatmayı göze alan bu genç insanla vedalaşıp pasaport kontrolüne girdim. 

Üç aya yakın süren bir maceranın sonunda birikmiş tüm anılarımla beraber iki-iki buçuk saatlik bir uçuş sonrası İstanbul’dayım. 

Tilkinin döneceği en son yer yine kendi mekanıdır derler ya; hikayenin sonu aynen böyle oldu. Sanırım bu özlemle kuyruğum kalkana kadar evime bağlı kalırım... 

Total : 4.670 km

 




Yorumlar - Yorum Yaz